Bir “akıl hastası”nın karmaşık iç dünyasını, kendini ait hissetmediği dünyayla mücadelesini, kaçış çabalarını, sadece kendine yer bulabilmek için kendi içinde verdiği savaşları, 16 yaşının da verdiği karmaşalarla birlikte gelen çırpınışlarını, çok gerçekçi bir şekilde anlatan, çarpıcı bir roman. Yazarın, kitapta kendi hayatından bahsettiği de söyleniyor. Bu kadar gerçekçi olma nedeni bu da olabilir.
Hayatla mücadele etmek herkes için zor ama bir de ruhsal bunalımlar yaşayan, belki hassasiyetinden belki yüksek bir zekaya sahip olmasından dolayı bazılarına çok daha zor. Çoğumuzun aklına gelen Goethe’nin o mükemmel tespiti gibi : “Dünya hassas kalpler için cehennemdir.”
Genç kızımızın adı, Deborah.. Aynı ruha sahip olmadığımız için sınırlı bir miktar empati kurabilsek de, kurabildiğimiz kadarıyla dahi onun hayatının göründüğünden çok daha zor ve katlanılmaz olduğunu farkediyoruz okurken. Deborah’ın yanında başka “hastalar”ı da gözlemleme şansı verilmiş olması çok güzel. Bu hastalıklarla mücadele etmek , iyileşmek gerçekten zor. Yıllar boyunca uğraşılıp bir adım ilerleme olmayabilir hatta geriye gidişler daha olası belki de. Deborah’ın doktorunun da dediği gibi, ‘Gül bahçesi vadedilmiyor.’
Dili çok akıcı değil, çeviride bir miktar eski sözcükler, yer yer ağır bir tarz tercih edilmiş. Bu, benim hoşuma gitse de bazı okuyucuların hoşuna gitmeyebilir.
Psikolojiye ilgisi olanlar, gerçek bir psikiyatri hastasının hayatının, mücadelesinin , iyileşme yolculuğunun nasıl olduğunu gerçekçi bir şekilde gözlemlemek isteyenler için kesinlikle okunması gereken bir eser.
Çok tavsiye ediyorum..