Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Osmanlılar, Varna bunalımına yol açan gelişmelerde Bizans'ın, Avrupa'yı bir haçlı seferiyle ayaklandırmakta başlıca rolü oynadığına inanıyorlardı. Gazavâtnâme-i Sultan Murad Han'da belirtildiği gibi, Bizans fitnenin başı sayılmaktaydı.
Temizlik ve Sıhhî Neticeleri
"Temizlik îmánın yarısıdır!" (Müslim, Tahåret, 1) hadis-i şerîfini nefis hüsn-i hatlarla yazarak evlerinin ve ibadethânelerin duvarlarına asan Os- manlılar, bu hakikati daha ziyâde gönüllerine yerleştirerek kendilerine şiar ve düstur edinmişlerdir. Bu temizlik, hem maddi hem de mânevî olarak gerçekleştirilmiştir. Çünkü temizlik, dînî
Sayfa 510 - Erkam yayınlarıKitabı okudu
Reklam
İyilik ve İnsâniyet
Osmanlılar, gönüllerini tezyîn eden İslâm ahlakının zarafet ve nezāket numûneleriyle dolu bir hayat yaşamışlardır. Dolayısıyla Avrupa'da insanlar adeta idarecilerinin eli altında esir muamelesine tabî tutularak çok ağır şartlarda yaşarken Osmanlılar'da müslüman olmayan ahālī bile gâyet huzur ve rahat içinde ömür sürmekteydi. Nitekim bu
Sayfa 509 - Erkam yayınlarıKitabı okudu
Edep, Nezâket ve Terbiye
Osmanlılar'ın edep, nezaket ve terbiye husūsunda kaydettikleri seviye, hiçbir milletle käbil-i kıyas değildir. Onların muâşeret ādâbı, misli görülmemiş bir mükemmellik ve incelik arz eder. Bunlar, millet ve mez- hep ayrımı yapılmaksızın bütün insanlara karşı aynen riayet edilen rühi ve vicdanî bir kânun mesåbesindedir. Dolayısıyla Osmanlı
Sayfa 501 - Erkam yayınlarıKitabı okudu
Osmanlıda Mertlik, Sözde Sebat ve Ahde Vefâ
Osmanlılar da mertlik, sözde sebat ve ahde vefâ gibi yüksek faziletler, gönülleri süsleyen ulvi bir ahlâk halinde idi. Öyle ki, Avrupa'da "Türklük" ile "Müslümanlık" aynı manāda kullanılır olmuştu. Bu vesileyle: "Türk demek, sözune güvenilir insan demektir." denilmiş ve Osmanlılar'ın, hristiyanlar gibi mütemadiyen yalan yere yemin etmedikleri beyan edilmiştir. Comte de Bonneval, bu yöndeki müşahedesini şöyle ifade eder: "Turkler vaadlerine dindarâne bir sadakat gösterirler." İsveç sefiri Mouradgea d'Ohsson da: "Müslüman-Türkler yemin ve ahidlerine son derece sâdıktırlar. Allah'ın adını ağızlarından düşürmemek gayretlerine bakıldığında, sözlerine Cenâb-ı Hakk'ı şahid göstermekten başka hiçbir söze lüzum görmezler." demektedir. Henri Mathieu ise: "Türkler'de eşsiz bir hazine mahiyetinde mevcut olan nămus ve ahlâk anlayışını tasdik etmemek büyük bir haksızlık olur. Onlar, doğruluğu, faziletin temeli olarak kabul eden ve verdiği sözü de mukaddes bilen kimselerdir." der.
Sayfa 499 - Erkam yayınlarıKitabı okudu
Avrupa Nişanları
Sultan Abdülmecid, Avrupa'nın kalkınmasını yanlış değerlendirmiş bir padişahtır. Bunda da çevrenin mühim rolü olmuştur. Özellikle Fransız kültürüne çok önem vermiş, Türk musikisi yerine Fransız müziğine merak sarmıştı. Fransız kültürünü Osmanlılara hakim kılmak için, belki de farkında olmadan öylesine bir gayret gösterdi ki, Fransa imparatoru ona "Lejyon Donör" nişanını gönderdi. İngiltere Kraliçesi Viktorya ise, Sultan Abdülmecid'e "Dizbağı" nişanı verdi. Yabancı nişanları kabul eden ilk padişah, Abdülmecid oldu... Kendi açılarından haklıydılar. Sultan Abdülmecid ile etrafi sayesinde Osmanlılar geçmişlerinden uzaklaşacak, kültür ve medeniyetlerini terk edeceklerdi. Bunları terk ettikçe de Avrupa'nın kucağına düşeceklerdi. O zaman Avrupa, bu cihan imparatorluğunu lokmalara ayırıp yutacaktı... Nerede nereye gelinmişti... Bir zamanlar Osmanlı padişahları, Fransa'da dans edildiğini duyup, "bir gün bunun kendi memleketlerine de sıçraması endişesiyle Fransa'yı protesto ederken, Sultan Abdütmecid, Fransız büyük elçisinin baloya davetini kabul ediyor, dans eden çiftleri hiç bir tedirginlik duymadan seyredebiliyordu. Ve Osmanlı Devleti'ni, "Avrupa hayranlığı ağır ağır kemiriyordu...
Sayfa 429 - Nesil Yayınları, 15. Baskı, Nisan 2008Kitabı okudu
Reklam
Safevi şahı ile Osmanlılar arasındaki ezeli rekabet, Kanuni'yi hayatı boyunca Doğu ve Batı'daki topraklarında savaşmaya itti: İranlılar imparatorluğun sınırları için büyük bir tehlike arz ediyorlardı. Sultan pek çok defa batıdaki teşebbüslerini doğuda baş gösteren ayaklanmalar ve doğrudan açılan savaşlar yüzünden ertelemek zorunda kalmıştı. Hepsinin başrolünde İran şahı vardı. Doğudaki durumu sağlama almadan batıya yönelemiyor, barış sağlanmadan ya da savaş kesin bir zaferle mühürlenmeden diğer sınıra doğru ilerleyemiyordu. Ferdinand'ın Kanuni'ye gönderdiği elçisi Ogier Busbecq'in içinde bulunduğu durum da konuya ilişkin bir örnek teşkil ediyordu. Eğer Ferdinand Safevilerle bir anlaşmaya girecek olursa, Osmanlılarla yapacakları ateşkes çok kısa süreli olacaktı. Bir kardinalin Şarlken'e söylediği gibi, İran faktörü Avrupa'nın cankurtaranı olmuştu. Kardinal, eğer Tanrı İran Şahı Tahmasb gibi bir düşman göndermeseydi, Avrupa ve Hıristiyanlık âleminin mahvolacağını söylüyordu.
Sayfa 450Kitabı okudu
"...kıta ölçeğinde giderek yaygınlaşmak üzere benimsenen kapitalizmin, hemen doğar doğmaz özünü oluşturan eşitsizliklerle yol açtığı sayısız acılara rağmen muazzam bir gelişme göstererek 3-4 yüzyıl sonra herkese refah getirebilecek bir konuma gelebileceğine Osmanlılar pek ihtimal vermediler. Öyle bir ihtimali akla getiren, o çağın Avrupa'sında da muhtemelen kimse yoktu. Ancak Osmanlılar kehanet derecesinde bir tahminle bu ihtimalin gerçekleşeceğine kani olsalar bile, milyonlarca fakir insana bunca acıyı yüklemeyi, Müslüman vicdanlarına herhalde sığdıramayacakları için kabul etmezlerdi, diyebiliriz. Onun için eşitlikçi yapıda karar kıldılar ve onu bütün karşı koymalara, aykırı girişimlere, zorluklara ve risklere rağmen muhafaza etmeye çalıştılar."
Filistin adi nereden geliyor
Babillilerin m.ö 586'da Kudus'u ele gecirip Suleyman Tapinagi'ni yikmasiyla bolgedeki Yahudi hakimiyeti, bir daha kurulacagi 20. yuzyila kadar ortadan kalkacakti. Aradaki yirmi bes asir boyunca Filistin'i sirasiyla Persler, Yunanlar, Romalilar ve 638'de Hz. Omer'in Kudus'u almasinin ardindan da hepsi Musluman olan Emeviler, Abbasiler, Selcuklular, Fatimiler, Eyyubiler, Memlukler ve Osmanlilar yonetti. M.ö 66'da Filistin'i ele geciren Romalilarin bolgeye hakim olmasindan itibaren Yahudiler, sik sik ayaklanmaya baslamisti. 117-138 yillarinda iktidari elinde tutan Roma Imparatoru Hadrian, ayaklanmalardan illallah edince bolgenin Yahudi kimligini silmek adina o gunlerde Yehuda olarak bilinen adini, Yahudilerin iki asir savastigi milletten hareketle, Filistin olarak degistirdi. Romalilar bu isme asinaydi zira M.ö 5. yuzyilda yasayan unlu tarihci Heredot ve m.ö 4. yuzyilda yasamis olan Yunan dusunur Aristo, eserlerinde bolgeden Filistin adiyla bahsetmisti. Hadrian, kullanimi bir bakima resmilestirmisti. Imparator Yahudiligi fiilen yasakladigi gibi Yahudilerin cogunu bolgeden surmustu de. Yahudilerin asirlar surecek ve vaadedilmis topraklara donme hayaliyle yasayacaklari surgun hayati boyle baslamisti. Rusya ve Avrupa basta olmak uzere bircok yere dagilacaklardi.
Nizâmiyelerde verilen dersleri gördükten sonra, bunların XI. asır için öneminin yanı sıra, nizâmiyelerin ilmi kapasitesi de anlaşılmış olur. Selçuklular, diğer konular gibi, ilim müesseseleriyle de Avrupa'ya tesir etmişler, Rönesans ve reform hareketlerinin doğmasında etkili olmuşlardır. Oxford ve Cambridge üniversiteleri, nizâmiyelerin Avrupa'ya intikal eden en güzel örnekleridir. Medrese gibi hastahaneyi de bilmeyen Avrupa, Selçuklu bîmaristanlarını taklit etmiştir. Bu tesirin sonucunda Avrupa'da ilk defa XIII. asırda Roma'da ve Paris'te hastahaneler kurulmaya başlanacaktır. Nizâmiye ders programları İslâm âlemi içinde bir model olmuş ve bu programlar Islâm ülkelerinde (Osmanlılar'da da dahil) yıllarca takip edilmişlerdir.
Sayfa 268Kitabı okudu
Reklam
1830'dan sonra ve Fransa Cumhuriyet Fırkası'nı taklit ede­rek Avrupa'da, Çeşitli gizli cemiyet kurulmuştu. Almanya'da, Orta İtalya'da, Lehistan'da, azası gençlerden olan bu türlü cemiyetlerin sayısı çoktur. 1848 ihtilalleri de Avrupa'da çeşitli ve ihtilalci cemi­yetlerin teşekkülünde etkili oldu. Genç İtalya, Genç İngiltere gibi adlarla kurulan cemiyetler bu arada sayılabilir. Türkiye'de Genç Osmanlılar öyle görünüyor ki, daha ziyade İtalya'da ki Karbonari gizli cemiyetinin teşkilat ve usullerine sempati göstermişlerdir.
Avrupalılar daha basit bir isim buldular ve 12 yüzyılın sonlarında Türkler tarafından fethedilen topraklara Türkiye adını verdiler ve sözcük ilk kez İtalyanca da Turchia olarak kullanıldı. Bu isim 14 yüzyıl da Avrupa'ya açılıp topraklarını batıya doğru sürekli genişleten Osman Bey'in ardılları tarafından yaygınlaştırıldı. Ama ne ülkelerine Türkiye ne de kendilerine Türk dediler. Osmanlılar kendilerini darü'l-İslam yani İslam ülkesini yöneten Müslümanlar olarak gördüler ve bu topraklarda kurdukları 'devlet'e , bürokratik kullanımda Devlet-i Aliyye [Yüce Devlet] ya da Menalik-i Mahrusa [Tanrı'nın koruduğu memleketler adını verdile.
Moğol işgalinin sarsıntısının dinmesinden iki yüz yıl sonra Selçuk İmparatorluğu'nun mirasının küçük ve orta boy güçlerinden bir tanesi olan ve konum olarak en batıda, Bursa'da bulunan Osmanlı, kuzeydoğuya, Avrupa'ya doğru gösterdiği ilerlemeyle dikkat çekiyordu. Zaman içinde büyük bir imparatorluk haline gelen bu devlet, 1299 yı lında Osman (Arapçada Uthman) Bey tarafından ve Orta Asya kökenli olduklarını unutmayan ama kendilerini asıl olarak Müslüman, yani İbrahim ve İshak'ın kabul ettikleri Tanrı'nın son peygamberinin takipçileri ve kendilerini egemen hanedana sadık Osmanlılar olarak tanıtan Türkler tarafından kurulmuştu.
Sayfa 21 - Turkuvaz KitapçılıkKitabı okuyor
740 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.