"Ahmet Haşim, 1919 Anadolusunun İçler Acısı Halini Anlattığı Mektubunu" dönemin Manisa milletvekili Refik Şevket Bey'e göndermişti. Bu mektubu her Türk vatandaşının defalarca okuyup beynine kazıması lazımdır!
“sevgili refik,
ihtimal sana fazla yazıyorum. fakat ben bundan memnunum. bulunduğum noktalardan sana doğru uçurduğum bu
Yazmayı pek beceremem ama bugün başımdan geçen bir olayı anlatmak istedim kendimce. İşten eve dönerken dolu bir metrobüste, malesef çok alışkın olduğum bir şekilde bir çocuk para topluyordu. (Normalde dilenen çocuklara para vermiyorum.) İstemsiz şekilde çocuğu izlemeye başladım. Duygusallığı çok seven halkımız ceplerindeki bozuklukları çocuğa veriyorlardı tabi. Çocuk bana doğru gelince ben de elimi cebime atıp birkaç bozukluğu çocuğun elindeki bardağa attım. Hemen sonrasında istem dışı bir şekilde avucumu çocuğun kafasına bastırıp, hafif okşama hafif de sıkıştırma eyleminde bulundum. Tabii bunu yaparken çocukla göz göze gelip birbirimize güldük. Sonra çocuk yürümeyi bıraktı ve metrobüsten inene kadar yanımda kaldı. O süre zarfında ben de çocuğun omzunu sıktım, çocukla inene kadar gülümsedik. Çocuk ineceği durağa geldi, indi ve bana kocaman gülümsemesiyle el salladı ben de karşılık verdim.
Sonra kendi kendime düşündüm ki, çocuklar kendilerine para verenlerin yüzüne bile bakmazken; çok basit bir hareketle ona karşı şefkat, merhamet ve arkadaşlık gösterenlere karşı derin bir duygu hissediyorlar. Belki para vermek her zaman mümkün olmasa da bir çocuğun başını okşayıp, onlara tebessüm ederek, onları çok daha mutlu edebiliriz.
(Ben bok gibi anlatsam da siz bence anladınız sayın okurlarım.)
"Benden kimsenin bir şey istemediği bir ülkede, ben kendim istediğim ve sen istediğin için yazdığımı biliyorum. Ama, Türk Edebiyatı Tarihine geçen kitap yazdığımı da daha baştan gene biliyordum. Ancak, bu günleri, bu mücadeleyi de kendi öz hayatım olarak yaptığımı da biliyorum. Her kitabım olay oluyor. Ama ben, yapayalnız bu olayı yaratan
"Tarih, bir anlamda halkların kutsal kitabıdır."
M. İ. Karamzin
Karamzin'in bu sözünü çok severim. Çünkü bana, Tarih'i ne kadar iyi ve ne kadar doğru bilmek zorunda olduğumuzu hatırlatıyor. Kitabı okumaya da bu söz ile başlıyorsunuz zaten ve kitabın size ne anlatmak istediğini daha ilk sayfasında görüyorsunuz. Kitabın
Sürekli kendini yenileyen kötü bir hissin içindeyim ve kendimi bildim bileli burda yaşıyorum. Kendimi bilmeden öncesine mi dönmem gerek? Cevaplar orada mı yatıyor? Öyle olsa bile dönemem değil mi, dönemem ve beni bu hale getiren şeyi bulamam. Bulsam bile farketmeyecek. Bir sürü hastalık var sebebini bildiğimiz ama gene de tedavi edemediğimiz. En
Türkiye Birincisi
Asla yeterince iyi olamadım. Aileme, anneme babama, onların bana harcadığı paraya layık
olamadım. Hayır, serseri değildim, geri zekalı da değildim, bir amacım da vardı ve bunu
gerçekleştirmek istiyordum. Çalışkan olmak... istiyordum. Çalışkan olmak için oturup çalışmak
lazım ben de biliyorum, söyledim ya geri zekalı değilim.
Günler koşuşturmakla geçip giderken
Neden var olduğunu unuttun
Neden olduğun sorunlarınsa farkında değilsin
Gülmek eğlenmek istiyorsun
Sorunlara çözüm bulmak gibi bir derdin yok
Hayat zaten çok zor
O yüzden müzik seni eğlendirsin
Gerçeklikten uzaklaştırsın istiyorsun
Ama biz müziğin bir şeyler değiştirebileceğine inanıyoruz
Bizimle
Her gün yaptığım gibi yine gecenin bir yarısında dışarı çıktım. Gidiyorum, gidiyorum ama yolculuk nereye? Gecenin sonuna mı? Yok yahu. Celine gitti oraya. Keyfini bozmayayım şimdi onun.
Kaldırım taşlarına bakıyorum, onlar da bana bakıyor. Bunlar bari anlasın halimden diyorum, ama tık yok. Sadece üzerlerine düşen yağmuru umursar bu düzenbazlar.
Kitaba başlarken yazarın ilk sözü:
“Eğer bir gün "acı"nın tarihi yazılırsa, İkinci Dünya Savaşı yıllarında Zonguldak kömür ocaklarında uygulanan "işçi mükellefiyeti"nin, kısaca, "mükellefiyet"in de sözü edilir herhalde.”
Evet, bir gün acının tarihi yazılsa ve oradaki olaylardan bahsedilmese o kitap eksik kalır
Toplumsal komplo kuramı... Tanrı'yı bırakıp sonra da, "Tanrı'nın yerinde kim var şimdi?" diye sormaktan kaynaklanır.
KARL POPPER (s.817)
______
Foucault Sarkacı, Umberto Eco’nun 1988 yılında yayınlanan romanıdır. Sekiz yıllık çalışmanın, derin bir araştırmanın ve iki bin ciltlik uzman bir kitaplığın ürünü olan bu dev eserde Eco,