Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Ümüs Yücel

Bir kusurum vardır: Sahte olmamak. Çok medeni bir kusur...
Reklam
Denizin dibinde boğulurken bile Allah'tan ümidi kesmemek lazımdır.
...Allah'tan başka hiç kimseye güvenmemek ne iyi şey!" diye düşündü.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
İnsan tabiattan bile bıkıyor. İnanmazsın, bütün bu manzaraları gülünç bulurum. Bize vaktiyle öğretmişler ki dağ, dere, tepe, deniz, mehtap güzel şeylerdir. Bu telkin altında, kendimize bunları güzel göstermeye çalışıyoruz. Bana öyle geliyor ki, güzel hakkındaki telakkilerimiz biraz tekâmüle muhtaçtır. Artık basmakalıp manzaralardan hoşlanmıyorum. İçimde her şeye, tabiata, sanata, kadına karşı bir tiksinme var. Galiba yaşamaktan pek yorulmuşum.
Kaderim benim fikrim alınmadan yazılıyordu.
Reklam
Umut, nefes nefese koşarken bir sokağın köşesinde, arkadan yetişen bir kurşunla vurulmaktı elbette.
Ona göre insanların adaleti hiçbir şeydi, Tanrı'nınkiyse her şey. Beni mahkum edenin insanların adaleti olduğunu hatırlattım
Sayfa 106Kitabı okudu
Başkalarından daha erken ölecektim, orası aşikardı. Ama herkesin bildiği gibi hayat yaşamaya değmez. Aslında doğal olarak başka kadınlar ve başka erkekler yaşamaya devam edeceklerine üstelik bu binlerce yıl böyle sürüp gideceğine göre ha otuz yaşında ölmüşsün ha yetmiş, bir önemi olmadığını biliyordum. Uzun lafın kısası; bu, gün gibi ortada. Ha bugün olmuş ha yirmi yıl sonra, neticede ölen yine ben olacaktım.
Sayfa 102Kitabı okudu
Her çıkan türkünün de kendi üstüne çıkarıldığını biliyor, ağlıyordu. Hele son türkülerden biri onu iyice yıktı. Türküyü ona bir delikanlı söylüyordu. Güzel sesiyle... Üryan geldim gene üryan giderim Ölmemeğe elde fermanım mı va Ezrail gelmiş de can talep eyler Benim can vermeğe dermanım mı var Dirilirler dirilirler gelirler Huzuru mahşerde divan dururlar Harami var diye korku verirler Benim ipek yüklü kervanım mı var Er isen erliğin meydana getir Kadir Mevlam noksanımı sen yetir Bana derler gam yükünü sen götür Benim yük götürür dermanım mı var Karacaoğlan der ki ismin öğerler Ağı oldu yediğimiz şekerler Güzel sever diye isnad ederler Benim haktan özge sevdiğim mi var Elif bu türküyü duyunca şaşırdı İlk defa Karacaoğlanın da ihtiyarlayacağı aklına geldi...
Bazen geceleri uyanık vaziyette yatıp kafamın içindeki seslerle kavga ediyorum.
Sayfa 211Kitabı okudu
Reklam
"Onlar için farketmez" dedi ölüleri kastederek. "Büyük bir cenaze töreni yapılmış yapılmamış onlar için fark etmez. Öyle şeyler yaşayanlar için. Ölülerin umurunda değil."
Sayfa 316Kitabı okudu
...ve o duvar halıları şöyle söylüyordu: Buradayım, ben buradayım. Sadece bakılacak ve uğrunda dövüşülecek bir nesne değil, bir insanım.
İyi bir şey olması için dua ediyordum, yaşamımı değiştirecek bir şey için; ne olursa razıydım.
Olduğuna inanmadığınız bir şeyi yok edemezsiniz. Ama bir şeyin varlığını zedelemek istiyorsanız ona olan inancı yok ederek işe başlayabilirsiniz. Paradoksal nevroz. Ya da nevrotik paradoks. Ne eğlence!
İstanbul, yangınları severdi. İstanbul, tarihini yazan yangınları severdi. İster inanın, ister inanmayın. İstanbul bir zamanlar baştan aşağı yangın demekti. Bir zamanlar ahşap şehir her yeni yangınla önce acıya sarınıp yerle bir olur, sonra sevince bürünüp yeniden dikilirdi. Bir oyun gibi. Acımasız çocukların, vahşi çocukların şuursuz ama bir o kadar da eğlenceli oyunu gibi... Bu, yüzyıllarca böyle sürüp gitti. Ta ki geçen yüzyıla... beton yüzyılına kadar. Ahşap egemenliğinin yıkılıp, taş, tuğla cumhuriyetlerinin kuruluşuna kadar... Artık yangınlar şehri yıkmıyor. Artık yangınlar insanları yutuyor... Tıpkı şehri yıkmayan, insanları yataklarında uyurken zehirleyip, kavurup öldüren o kalleş bombalar gibi... Yangın çıkınca artık bir mahalle yok olmuyor, binalar küle dönmüyor, sadece insanlar ölüyor... İnsanlar ölüyor... İnsanlar ölüyor...
Bahar herkesi mayıştırır. Kediler fareleri yakalamayı, in­sanlar borçları olduğunu unutur. Böyle zamanlarda insan bir ruhu olduğunu bile unutur, hislerini kaybeder. Sadece kanola çiçeklerini uzaktan seyrettiğinde gözleri açılır. Tar­lakuşunun sesini duyduğunda ruh tekrar belirir. Tarlakuşu sadece ağzıyla değil bütün ruhuyla öter. Ruhun sese yan­sıdığı şeyler arasında tarlakuşununki kadar canlısı yoktur. Ah , mutluluk. İşte böyle düşünüp böyle mutlu olmak şiirdir.
Reklam
Bu hayatta yirmi yıl yaşadıktan sonra dünyanın yaşama­ya değer bir yer olduğunu anladım. Yirmi beş yıl yaşadıktan sonra aydınlıkla karanlığın bozuk para gibi iki taraflı oldu­ğunu, ışığın vurduğu yerde mutlaka gölgenin de olacağını anladım. Otuzuncu yılımı yaşadığım şu anda ise şöyle dü­şünüyorum: Mutluluk arttıkça hüzün de iyiden iyiye artar. Keyif his­settikçe çekilen acı büyür. Bunları ayırmaya çalışırsan hayatın akışı bozulur. Bir araya getirmeye uğraşırsan başarısız olursun. Para önemlidir. Ancak senin için önemli şeyler çoğaldıkça, kaygılar uyku sırasında dahi peşinden gelmez mi? Aşk mutluluktur ancak bu mutlu aşk ağırlaştıkça ve ta­şınması zorlaştıkça insan aşksız geçen zamanlarını daha bir sever hale gelmez mi?
Sadece ak­lın istikametinde hareket edersen insanlardan uzaklaşırsın. Duygularınla hareket edersen sürüklenirsin. Ruhunu açar­san ve dilediğin gibi yaşamazsan sıkışırsın. Nasıl bakarsan bak, insanlarla yaşamak zordur. Bu zorluk arttıkça dünyadan uzaklaşmak ve sakin bir yerlere gitmek istersin. Nereye gidersen git bu zorluğun seninle geleceğini anladığın zamansa şiir doğar, resim can bulur.
Evimde "oh" diye bir nefes alamam, çünkü acuze suratıyla derhal karşıma kaynanam çıkar. Sokakta polis! İki adım ötede hoca! Bu memlekette keyfinizce eğlenmek istediniz mi konunuz komşunuz, bütün mahalle, bütün şehir itiraz eder, karşı çıkar... Açık, mertçe eğlenceye tahammül edemezler. Fakat gizli ahlaksızlık içimizi kemirir durur.
Sayfa 13 - Bahriye HanımKitabı okudu
Düşünceler baskı altına alarak yok edilemez. Onlar ancak dikkate alınmayarak yok edilebilir. Düşünmeyi reddederek değişmeyi reddederek.
İnsanı delirten, gerçeğin dışında yaşamaya çalışmak oluyor. Gerçek dehşet verici. İnsanı öldürebilir. Yeterince zamanı olursa kesinlikle öldürür. Gerçek acıdır, bunu sen söylemiştin! Ama insanı delirten yalanlar, gerçekten kaçışlar. Kendini öldürmek istemene neden olan o yalanlar..."
"Eğer bir şeyi bütün olarak görebilirsen," dedi "hep güzelmiş gibi görünür. Gezegenler, yaşamlar... Ama yakından bakıldığında dünya yalnızca toz ve kayadan oluşur. Günden güne yaşam daha da zorlaşır, yorulursun, ritmi kaçırırsın. Uzaklığı ararsın, ara vermeyi. Dünyanın ne kadar güzel olduğunu görmenin yolu, onu ay gibi görmekten geçiyor. Yaşamın ne güzel olduğunu görmenin yolu ölümün bakış açısından bakmaktan geçiyor."
Reklam
Mahmut Han o gece sabaha kadar uyuyamadı, sarayın içinde döndü durdu ve düşündü. Ölümü ve hayatı düşünüyordu. İnsanları, şu dağlardan, ovalardan kopup gelen kalabalığı düşünüyordu. Bunlar bir erkek ve bir kadının mutluluğu için buraya toplanmışlardı. Dışardan bakınca öyle görünüyordu. Ama bunun altında çok şey vardı. İnanılmaz bir öfke vardı. Yüz bin yılın başkaldırma duygusu vardı. Şu konuşmayan, kıpırdamayan öfke... Bir delikanlıyla bir kızın sevdasını bahane eden öfke... Gittikçe zaman bozuluyor ve halk azıtıyor. Bugün benim sarayımın kapısını tutarlar kız bahanesiyle, yarın İstanbul şehrini doldurur, padişahın sarayının kapısını tutarlar başka bir bahaneyle. Vakt erişti gibime gelir. Şu halka bir çare bulamazsak hepimizin kellesi gider. Yarın zulmü bahane ederler, öbürsü gün vergiyi, öbürsü gün sarayımızı, öbürsü gün ekmeği... Ve birikirler birikirler... Yüz bin yılın öfkesi ve de acısıyla... Şimdiki gibi sessiz birikirler. Ve bu kalabalığa güç yetmez. Onlarla ordular, bir dünya kadar ordu olsa başa çıkamaz. Bunlar bir araya gelmeyegörsünler, önüne geçilemez. Bir çare, bunları bir araya getirmemek için bir çare...
Sayfa 106Kitabı okudu
Şu insanlar, şu dünyada var oldukça her şeye akıl erdirecekler; kartalın uçuşuna, karıncanın yuvasına, ayın, günün doğuşuna, batışına, ölüme, kalıma, her şeye akıl sır erdirecekler. Karanlığa ışığa, her şeye, her şeye akıl erdirecekler, tek insanoğluna güçleri yetmeyecek. Onun sırrına ulaşamayacaklar.
...konuşuyorlardı, konuşmalarından yeni dünyalar doğuyordu. Düşüncenin doğasında iletilmek vardır: yazılmak, konuşulmak, gerçekleştirilmek. Düşünce çimen gibidir. Işığı arar, kalabalıkları sever, melezlenmek için can atar, üzerine basıldıkça daha iyi büyür.
Biz bir yandan Batı kültürünü benimsemeye kalkışırız. Batı ise klasik kültürünü benimser ve kendisini o asıldan bilir. Ama biz, vaktiyle Anadolu'da yaşamış olan atalarımızın yarattığı o kültürü yadırgar ve yabansarız. Dudaktan olarak Batılılaşmaktan söz ederiz. Ne var ki, Anadolu'daki eski kültürün sözü geçtikçe, «Adam sen de! Yunan kültürü!» diye omuz silker ve konuyu baştan savarız. Bunun nedeni; Batının, kendisini sütbesüt klasik aslından, bizi ise barbar aslından, Asyatik sayması, bizim de Batının bu kanısına içten içe katılmamızdır. Evet, bu noktayı ağzımızla ikrar etmiyor ama kalbimizle tasdik ediyoruz. Zaten, böyle olmasa, Batıyı taklit etmemize gerek kalmazdı. Bu duyguya bir tepki ve bu hale bir protesto olarak, her şeyin Türk olduğunu ispata, teselli kabilinden de, kazanmış olduğumuz eski zaferlerle övünmeye kalkışıyoruz.
"Biz bu diyarın gerçek varisleriyiz, dedik. Ama, bu mirasımızı, şimdiye kadar dört bucağa pek mirasyedice saçtık. Osmanlı devleti sırasında, dünyanın yedi harikasının elle tutulur sanat kalıntıları, babalarının mallarıymış gibi, şimdi, Batının çeşitli müzelerindedir. 'Ne olacak? Gavur putu! Yabancı şeyler!' dedik. O eski mimarlık ve heykeltraşlık anıtlarından çok daha önemli olarak, onlardan kalma bir de kültür zenginliği vardır. Onu da, bizim başımıza kondurmadan, 'Adam sen de! Vazgeç! Asklepios, aftospiyos, kıtıpiyos Yunan kültürü!' diye, Batılıların başlarına savurmuş bulunuyoruz. Şimdi biz, şapka diye onların külahlarını taklide çalışıyoruz..."
"Ama ben ölmeyeceğim. Ölemem. Albunea'nın altındaki gölgelerin yanına, savaşçıların en uzun boylusunu, tunç zırhı içinde pırıl pırıl parlayan Aeneas'ı görmeye gidemem. Bir zamanlar konuşabileceğimi sandığım gibi Troyalı Creusa'yla veya göğsündeki büyük kılıç yarası hâlâ taze o mağrur ve sessiz Kartacalı Dido' yla konuşamam. Diğer kadınlar gibi yaşayıp öldü onlar, şairin şiirinde okuduğu gibi. Ama şair şiirinde ölebileceğim kadar hayat vermedi bana. Ölümsüzlük verdi yalnızca."