“Milletimizin zalim olduğu iddiası da sırf iftiradan, baştan başa yalandan ibarettir. Hiçbir millet, milletimizden daha çok yabancı unsurların inanç ve âdetlerine riayet etmemiştir. Hatta denilebilir ki, başka dinlere mensup olanların dinine ve milliyetine riyetkar olan (saygı gösteren) yegâne millet bizim milletimizdir.”
–
“Marifet nedir bilir misin? Taşlara bakan
gözlerin çiçekleri görmesidir” (Mevlâna).
Günlük yaşamımızda çoğu zaman “taş” işte deyip geçeriz. Üzerinde derinlemesine düşünmediğimiz sürece çok da işe yaramayan, dikkati çekmeyen, olumsuzluklarla anılan bir madde gibi gelir bize. Ama şöyle bir geriye yaslanıp kendi kendimize “Taş sadece bir taş
Düğün diye, bir şeye ne lüzum vardı? Noterde ev kontratı imzalamaya gider gibi, bir arabaya binerek nikâh dairesine gitmeli, iki şahit karşısında bu işi sessiz, sedasız bitirivermeli idi.
Ömür İklim Demir’in tek kitabını çıktıktan dört yıl sonra okuyabildim ancak. Bu dört yıl içerisinde gitgide artan bir ivmeyle beğenilmiş kitap. Başta Haldun Taner Öykü Ödülü olmak üzere 3-4 tane de ödül kazanmış öykü üstüne. Ödüle de baktım, detaylarını öğrenmek için. 1987 yılından itibaren, Milliyet Gazetesi tarafından yazarın anısına verilmeye
Hasan Ali Toptaş’ın son romanı Beni Kör Kuyularda, sessiz sedasız ve elbette heyecan verici bir şekilde çıkıp geldi… Yaklaşık üç sene önce yayımlanan Kuşlar Yasına Gider’in ardından yeni bir roman gayet güzel bir haberdi. Aradaki Gecenin Gecesi’ni saymıyoruz zira hem bir roman değildi hem de bir ticari kaygı eseriydi.
Beni Kör Kuyularda, adını
Örneğin okulda, Atatürk'ün karga kovaladığını bilirdik ama 5000'e yakın kitap okuduğunu bilmezdik. Laikliğini az çok bilirdik, ama Kurtuluş Savaşı sırasında işgalci Yunanlılarca yıkılan, ahır yapılan yüzlerce camiyi tamir ettirdiğini bilmezdik. İçki içtiğini duyardık da. Kur’an’ın ilk gerçek tefsir ve tercümesini yaptırmak için verdiği mücadeleyi
Elli yıl önce yarım kalmış, kırık bir aşk hikayesi. Bir gün karşısına çıkarsa diye umutla beklenen sevgili, beklerken geçen acımasız zaman. Yaşlandıkça, ömrü tükettikçe, ölüme yaklaştıkça, unuturum sandığı ama unutamadığı bir sevda. Ağıtçı Kadın'ın Heves Ali sevdası.
Arguvanlı Ağıtçı Kadın gençlik sevdası Heves Ali'nin sessiz sedasız gidişinden
Sevgili Ayşe Şasa öyle hoş sâda bırakmış ki arkasında ben de bir iki kelam etmeden geçemeyeceğim.
Hayatı hep bir arayışla geçen, kimlik bunalımlarıyla dolu, psikolojik rahatsızlıklar desen diz boyu... Ne yalan söyleyeyim benim en çok dikkatimi çeken kısım bu konular oldu; bu kadar psikolojik rahatsızlıklarla mücadele ederken, şizofreninin
Emre’yle arabanın içindeyiz. Derken deniz kıyısından epeyce yüksekte bir çay bahçesinin önüne, kocaman bir kameriyenin altına park ediyor arabayı. Pembeli morlu beyazlı çan çiçekleriyle bezeli, tül yapraklı bir sarmaşık seli bütünüyle örtmüş kameriyeyi. Bu şehre kaçıncı gelişimiz ama yine her zamanki heyecanla “gerçek değil bu” diyorum, “bu
Karadeniz’in sessiz sedasız bir köyünde, insanlardan uzak, huzurlu, kendi özel kitaplığıyla mutlu mesut bir hayat süren Ahmet Arslan’ın hayatı aslında hiçte görüldüğü kadar sıradan değildir.
Kitapta olayların başlangıç noktası yörede işlenen bir cinayet oluyor. Bunun üzerine gazeteci bir kız Ahmet ‘in evine röportaj için geliyor ve siz kendinizi bir anda cinayetten daha çok Ahmet’in kardeşinin hikayesinde buluyorsunuz.
Rusyaya uzanan bir aşk hikayesi ve bunun psikolojik kalıntıları. Ve sonunda gelen ters köşe.
Merak uyandırıcı bir solukta okuyacağınız sürprizlerle dolu bir roman.
Kitapta, kitap okumak ve edebiyat ile ilgili çok güzel kısımlar var bunlardan bir kaçını paylaşarak incelememe son vermek isterim.
“Okumak, sadece okumak. Okuyan insan, dünyanın aklına yaslar sırtını.” Sf: 250
“Bu boğucu yerden bir an önce kurtulup, evimin sükunetine ve hiçbir gürültü yapma ihtimali bulunmayan kitaplarıma kavuşmaktan başka bir isteğim yoktu.” Sf:150
“… edebiyat, hayatı anlamanın tek yoludur. Ben bunu yaşayarak öğrendim.” Sf:84