"... Ama sevgi nedir? 'Hiçbir şeyi unutmayan bir heyecan mı', paylaşma heyecanı mı? Direnerek beklemek, dayanmak mıdır? Bilmiyorum. 'Bu amansız çağda' herkes, sevginin 'kutsal buyruğunu' bildiğini söyler. Oysa sevginin çağrısı 'gizli bir alın yazısıdır', acı veren. Bu çağrıya kulaklarını tıkamayanlara arkadan kahraman derler, istemelerine de 'kahramanca isteme' derler. (...) 'Sevginin tam tanımını gönlü dehşete kapılmadan kim verebilir ki!' Sevginin yasasının önünde kim dehşete kapılmaz? (...) Getirdiği acı bildiri nedir bu sevginin? Bilmiyorum"
Ahlak ahlaksızlıktır çünkü kişisel olmadığı için iki yüzlülüktür, taklit ve gösteriden, aldatmacadan başka birşey değildir. Maskedir, güçlü olanın arkasına gizlenmedir. Tanrı ve onun oğlu veya temsilcisi olan kral rahiplerine emreder. O askerlere, askerler vatandaşlara, vatandaşlar çalışanlara kadınlara, kadınlar çocuklara ve köpeklere şeklinde giden bir zincir. Oysa ahlakında iman gibi asıl yatağı kişisel vicdandır.Toplumsal kontrol mekanizmasınin eline vermek onu öldürür. Ahlak aşağıdan yukarıya yükselir, yukarıdan aşağı bastırılamaz. Kişi ancak toplumun iki yüzlü ahlakını baş-kaldırarak kendi ahlakını yaratabilir.
"Ama duyumsadığım en yoğun bir duygu var ki; farkında olmaksızın en derin arzularımızı birlikte paylaştık. İşte o gün bugündür ben sana bir daha sen demek istemedim. Ben dedim, biz dedim en güzel imgem sensin dedim. Şimdi ikimizde biliyoruz ki bundan böyle yokluğun varlığında anlaşılmaz ve tarif edilemez bir his uyandırıyor bende. Bu yakıcı his, kaynağının nerden geldiğini bilmediğim bir giz gibi çağlıyor, düşüncemde ve duygularımda…"
"Şimdi de sözün yine araklanarak çalındığı yerdeyim. Gündelik hayatımda kullandığım bilmem kaç sınırlı sözcüğüm yaşadığım buhranı betimlemeye yetmiyor. Ben saatleri kovalarken yoruluyorum ve artık hareketsizlikten gücünü kaybetmiş hissiz heykellere dönüşüyorum. Bu donukluk halimle bile yazara ihanetten tutuklanmak için geceyi bekliyorum. Uykunun en derin yerinde uykumu kaçırarak elime aldığım kitabın altını çiziyor ve not alıyorum. İşe önce kelimeler ve söz öbekleri âlemine giriş yaparken kullandığım kurşuni kalemin ucunu açmakla başladım. Kitabın kapağında aitliği olduğu yazarın ismi ve eseri karşımda ölüm uykusunda yatmış uzanıyor. Uyandırmamak için sessizce sayfayı çeviriyorum lakin çevirmenin ön sözü bir uyarı gibi karşılıyor beni. Gecenin bu saatinde yakalanmamak için sessizce içimden okuyor öteki sayfalara ayağım takılmadan atlıyorum. Ve art arda sayfaların arkasında gizlenmiş birinci bölümle karşılaşıyorum. Bir hazır oluş edasıyla peşine düştüğüm dizelere karşı kalemimin ucunu keskinleştirmiş vaziyette başlıyorum çizmeye. Kimsesizler yurdunun öksüz ve yetim kalmış satırlarının acımasızca canını okuyorum. Çok acıtmadan son saniyeleri sayılı bir satır yaşamcıkların kelimelerini ölümsüzlüğe gömüyorum. Sıkış tıkış doldurduğum heybemdeki cansız şekilleri yığdım bir kenara ve ezgilerini susturdum bir anlığına… Ve sonunda her birini tozlu raflarından arındırmış halde kendi kalemimde yeniden doğuruyorum. Ha sahtekâr bir tanrı ha hırsız bir sanatçı!"