Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Eski bir Alman atasözünün dediği gibi, “banyo suyuyla birlikte çocuğu da atmak” da doğru olmaz. Burada çocuk derken en küçüklerine varıncaya dek tüm dinsel toplulukların varlığının kabul edilmesi ve her birinin yasal statüsünün, ibadet özgürlüğünün, siyasal ve kültürel haklarının kısacası -saygınlığının tanınması-fikrini kastediyorum. … Ama ne yazık ki gelecek vaat eden çocuk bir banyo suyu ile çepeçevre kuşatılmıştı ve bu suyu mümkün olan en kısa zamanda boşaltmak şarttı. Mezhepçilikten bahsediiyorum. Başka yerlerde cemaatçilik adı verilen olgunun yerel karşılığı olan bu terim, bütün bir kota sistemini ifade etmektedir; ülkenin önemli makamları bu sisteme göre önceden cemaat temsilcileri arasında paylaştırılır. … Yurttaşlar haklarını elde etmek için devlete yöneleceklerine, kendi cemaatlerinin yöneticilerine başvurmayı daha faydalı buluyordu. O zaman cemaatler, zümreler veya silahlı milisler tarafından yönetilen ve kendi çıkarlarını ulusal çıkarların üzerine koyan özerk derebeyliklere dönüştü . İşin aslı, çocuğu tutup pis suyu atacağımıza tam tersini yaptık. Çocuğu atıp geride sadece pis suyu bıraktık. Gelecek vaat eden hiçbir şey gelişmedi, çelimsiz kaldı. Endişe verici, sağlıksız olan ve kalıcı olmayacağını umduğumuz her şey ise hiç olmadığı kadar sağlam bir şekilde yerleşti.
Yani kalp rahatsızlığına, kanser tedavisi.
Cemaat mensupları Türk Silahlı Kuvvetleri'ne nasıl sızdı? Bu sızmalara neden engel olunamadı? Silahlı Kuvvetler bu kişileri nasıl tespit edemedi? Sorun burada düğümleniyor. Bugün eğer bunu çözücü tedbirler alamazsak, yarın Gülen Cemaati yerine başka bir şey de gene aynı şekilde Türk Silahlı Kuvvetleri içine girebilir ve kendi eylemleri açısından hareket edebilir.
Sayfa 25
Reklam
AKP, siyasal şid­det kullanmak ve geçerli hukuk ilkelerini çiğnemek de da­hil, elindeki bütün araçları kullanarak devleti ele geçirmeye yöneldi. Cumhurbaşkanlığını, yüksek yargıyı, üniversiteleri, medyayı, eğitim sistemini ele geçirme hamlesinin ve Ergene­kon operasyonlarının siyasal ve tarihsel anlamı buydu. Zaten 12 Eylül 1980 darbesinden sonra Turgut Özal'ın Anavatann Partisi iktidarları döneminde gerici bir silahlı kuvvet olarak yeniden yapılandırılan Polis Örgütü, Cemaat'in bu kurum ve Adliye içinde örgütlenmesiyle birleşince, süreci tayin eden bir rol oynadı.
470 syf.
9/10 puan verdi
1Q84 kitabı 1984 benzeri düşündüğüm için geç okuduğum bir kitap. Yani niye bir insan 1984 kitabı için 3 ciltlik bir kitap yazar di'mi? Yazmamış tabii :) Kitap birbirinden bağımsız kişilerin özellikle iki ana karakterin etrafında dönüyor. İkisi arasında bir ilişki yok derken aslında olayların ve bağlantıların birbiri ile kesiştiği görülüyor. Karakterlerden birinin yaşadığı tuhaflıkları anlamlandıramadığı ve delirdiğini düşünmek istemediği için tuhaf şeylerle ilgili anıları bir ütopyada bulundurmak istiyor. 1984 ismi kullanıldığı için 1Q84 olsun o zaman diyor. ( olaylar da 1984 yılında gerçekleşiyor) . Ve 'Big Brother' yerine bizi bu yeni ütopyada ' Little People' karşılıyor. Tarımda kolonileşmiş bir toplumun zamanla cemaat haline dönmesinden, tecavüzün, silahlı örgütleşmenin ve devlette de yer almalarından tutun da,( OSHO'nun cemaati geldi burada aklıma nedense), Seçilmiş kişileri öldüren bir katille, hobi olarak editörlük yapan bir matematik öğretmenin disleksi bir kızın hikayesini kız yazmış gibi düzenlemesine, bir çok alakasız şey okuyacaksınız. Fakat hepsi aynı çemberin içinde ve giderek daralan bir çemberin heyecanını yaşıyorsunuz. Tam evet sonuçlanıyor derken tahmin edin ne oluyor? Kitap bitiyor:) Bu kitap kesinlikle ilkini okuyayım sonra bir ara ikiyi okurum kitabı değil. Devam edebilmek için diğer cilde geçmek zorundasınız. Umarım yazar 3 ciltin sonunda yine ucu açık bir final bırakmaz bize.
1Q84 - 1. Kitap
1Q84 - 1. KitapHaruki Murakami · Doğan Kitap · 20202,490 okunma
İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra ABD denetimiyle birlikte, CHP yönetimi gericilikle hesaplaşmaktan vazgeçti. "Küçük Amerika olacağız" hedefi CHP yönetimi zamanında açıklandı ve 1950'den sonra Demokrat Parti iktidarı tarafından izlendi. Devlet, tarikatları ve cemaatleri korudu ve geliştirdi. Batılı ideologların son zamanlarda "Popüler İslam" diye kutsadıkları akım devlet tarafından yeniden imal edildi ve desteklendi. Böylece Kemalist Devrim'in kireçlenme dönemine girildi. 27 Mayıs 1960 Devrimi, 1945'te başlayan "Küçük Amerika" sürecinde kısa süren bir kesintiye yol açtı. 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980'deki Amerikancı askeri darbeler, ABD'nin Yeşil Kuşak Projesi uyarınca, Türkiye'de demokrasi ve emek güçlerine karşı şeriatçılığa dayanan bir dalgakıran inşa ettiler. En sonunda bir Cemaat müridi, Özal'ın kişiliğinde Çankaya'ya tırmandı. Ve dahası, bir tarikatlar koalisyonu adım adım hükümetin büyük ortağı oldu. Fethullahçı Terör Örgütü bu süreçte devletin kilit konumlarına yerleşti.
Sayfa 87 - "Küçük Amerika" Süreci ve 27 Mayıs DevrimiKitabı okudu
Şimdi olayların akışına bakın: Türk Silahlı Kuvvetleri, parlamento ve hükümeti, Cumhuriyet’in geleceğini ağır bir tehlikeye düşürmekle suçluyor, sonra da suçlanan bu hükümetin imzasıyla, Silahlı Kuvvetlerin kilit yerlerindeki general ve albayları emekliye sevk ediyordu. İşin içyüzünü araştırırsanız, bütün bunların nedenleri çok açıktır amma, ille de “hukuk devleti” kavramına sarılmak yok mu, terslik buradan doğuyor işte. 12 Mart Muhtırası, bir “askeri darbe” başlatmıştır. Bu tarihten sonra rejimin niteliği değişmiştir artık. Hukuk devleti de ortadan kaldırılmıştır. Bunun için yapılıp edilenler hep kuvvete dayanır. Kuvvetin başladığı yerde ise, hukuk yoktur. Böyle söyleseler ya? Gariplik şurada. Muhtıranın suçladığı parlamento ve hükümet, bu muhtıraya imza atan dört generalle birlikte, bu muhtırada adları geçmeyen, adresleri verilmeyen kişilere karşı amansız bir savaş açtılar. Milli birlik ve beraberlik ruhu, muhtırada suçlayan ve suçlanan arasında doğdu. Bizler de, “devrimciler el ele milli cephede” sloganına sarıldığımız için, bütün sol, -cümbür cemaat- cezaevlerine doldurulduk.
Sayfa 62 - 53, um:ag Vakfı Yayınları, 70. Baskı
Reklam
Ebû's- Serâyâ'nin Şiî motifli isyanının bastırılmasının ardından Muhammed, 200/815 yılında Hicaz'da Abbasi yönetimine karşı bir ayaklanma başlattı. Emîrü'l-Mu`minîn ünvanını kullandı. İsyanın ilk safhasında önemli bir askeri desteği arkasına alsa da Abbasi güçlerine fazla direnemedi. Yakalandı ve girişmiş olduğu hareketten
Sayfa 108 - M.Ü. İLÂHİYAT FAKÜLTESİ VAKFI YAYINLARIKitabı okudu
“Çok eski dönemlerde toplum sınıflarının sayısı ikiydi: savaşçı sınıfı, ekinciler ve çobanlar sınıfı. Sonraki asırlarda ruhaniler ve esnaf da bu tabakalara eklendi. Medlerin bir boyu olan Mugların ruhani katmanını oluşturmaklarında hiçbir kuşku yoktur. Zaten Med devleti mugların makamını pekiştirmiştir. Mugların mezhebi Medlerin resmi mezhebi olmuştur.”129 Med topluluğunda, sonralar Parslara da geçtiği gibi, Kara adlı sosyal katman ve ya öbek de olmuştur. Kara Med halkının serbest kişilerinden oluşan silahlı ve savaşan kişilere denilirdi (bugün Azerbaycan Türklerinin içinde Kara cemaat, Kara yaka gibi deyimler kullanılmaktadır). Kara sınıfından olan her kişi bir savaşçı ve aynı zamanda çiftçi olarak köy topluluğu üyesi sayılırdı.
Mezhepçilikten bahsediyorum. Başka yerlerde cemaatçilik adı verilen olgunun yerel karşılığı olan bu terim, bütün bir kota sistemini ifade etmektedir; ülkenin önemli makamları bu sisteme göre önceden cemaat temsilcileri arasında paylaştırılır.İlk çıktığında bu fikir saçma değildi:Ne zaman bir yönetici seçilecek olsa, Hıristiyan bir adayın karşısına sürekli Müslüman bir aday çıkması, ikisinin de kendi dindaşları tarafından desteklenmesi olgusundan kaçınmak gerekiyordu. Bu nedenle makamların en baştan farklı cemaatler arasında paylaştırılmasına karar verilmişti.Cumhurbaşkanı mecburen bir Maruni Hıristiyan, Bakanlar Kurulu başkanı bir Sünni Müslüman, Meclis başkanı bir Şii Müslüman olacaktı. Hükümette Hıristiyan ve Müslüman bakanların sayısı her zaman eşit olacaktı. Ayrıca her cemaatin kendi milletvekili sayısı olacak, bu sayıya itiraz edilemeyecekti. Kamu görevlerinde de bazı dozajlara uyulmaya gayret edilmişti. Bu kurgu karmaşık, hatta içinden çıkılması zor olmakla birlikte bir sebebi vardı ve belki de sonunda istenen neticeleri verecekti.Ama kotalar sistemine özgü zehirli ve aldatıcı nitelik yeterince dikkate alınmamıştı. Aslında cemaatler arası rekabet azaltılırsa,gerilimlerin yavaş yavaş düşürüleceği ve yurttaşlarda bir dinden veya mezhepten ziyade bir ulusa ait olma duygusunun güçleneceği umuluyordu. Ama bunun tam tersi yaşandı. Yurttaşlar haklarını elde etmek için devlete yöneleceklerine, kendi cemaatlerinin yöneticilerine başvurmayı daha faydalı buluyordu. O zaman cemaatler, zümreler veya silahlı milisler tarafından yönetilen ve kendi çıkarlarını ulusal çıkarın üzerine koyan özerk derebeyliklere dönüştü.
Sayfa 54 - YKYKitabı okudu
280 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
Davam
Necmettin Erbakan (29 Ekim 1926, Sinop - 27 Şubat 2011, Ankara), Türk siyasetçi, mühendis, akademisyen ve Türkiye başbakanı. Başbakanlık görevini 28 Haziran 1996 ile 30 Haziran 1997 tarihleri arasında sürdürmüştür. 28 Şubat sürecinden sonra istifa etmeye zorlanmıştır ve kendisine 5 yıl süreliğine siyaset yasağı getirilmiştir. Kayıp Trilyon
Davam
DavamNecmettin Erbakan · Mgv Yayınları · 20175bin okunma
83 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.