Tabiat ve Çocuk Ruhu
Yol gökyüzüne çıkıyordu sanki, çünkü gördüğümüz kadarıyla yükseliyor, yükseliyor ve so­nunda dün akşamdan beri Gud Dağı'nın tepesine avını bekleyen bir çaylak gibi tünemiş bulutun içine dalıyordu. Kar ayaklarımızın altında gıcırdıyordu. Havada oksijen öylesine azalmıştı ki, soluk almakta güçlük çekiyorduk. Kanım her an daha çok doluyordu başıma. Buna rağmen, damarlarım­ da tatlı bir duygu dolaşmaktaydı. Dünyadan bu kadar yük­seklerde olduğum için bir sevinç, neşe vardı içimde. Ne ya­lan söyleyeyim, çocukça bir duyguydu bu, kabul ediyorum, ama bizler toplumsal koşullardan uzaklaşıp doğaya yaklaş­tıkça elimizde olmadan çocuklaşınz. O zamana dek ruhu­muzda yer etmiş her şey tek tek düşer, dökülür oradan ve bir zamanlar olduğu, bir gün yine olacağı gibi olur ruhu­muz. Benim gibi, kimsenin uğramadığı dağlarda dolaşmış, oraların olağanüstü güzelliğini uzun uzun seyretmiş, dik va­dilerinin insana hayat veren havasını hırsla ciğerlerine çek­miş biri bu büyüleyici yerleri anlatmak isteğimi anlıyor ol­malıdır.
Sayfa 37 - CAN, LERMANTOVKitabı okudu
- Yeterince görebildin mi İstanbul’u? - Uzun bir ömür artı on gün bana yetti. Nasıl ölümü atlatmanın yolu kentten uzaklaşmaksa, zaman geçirmenin yolu da sohbet etmektir. Bir kadının en büyük kötülüğü daima sizden iyi olmasıdır. Annem benden iyi. Acıya hazırlandığımız o kısa boşlukta insan ile hayvan, akıllı ile deli, melek ile şeytan
Reklam
Gövdesinin çapıyla karşılaştırıldığında acınası incelikteki çok sayıda bacak, gözlerinin önünde çaresizlik içersinde, parıltılar saçarak sallanıp durmaktaydı. ‘Ne olmuş bana böyle?’ diye düşündü. Gördüğü düş değildi. Biraz küçük, ama normal, yani içinde insanlar yaşasın diye yapılmış olan odası, ezbere bildiği dört duvarın arasında eskiden
2007 yılında, Salzburg’un merkezine kurulmuş bir fuarın gece bekçiliğini yaparken tanışmış olduğum bu kişinin adı Mansur idi ve aslen Yemenli bir mülteci idi. Onu daha evvelden de görüyordum, ancak kim olduğunu bilmiyordum. Mansur, Salzburg merkezinde ne kadar bina varsa akşamdan sabaha kadar defalarca volta atarak elindeki cihazla bu önemli
Yol gökyüzüne çıkıyordu sanki, çünkü gördüğümüz kadarıyla yükseliyor, yükseliyor ve sonunda dün akşamdan beri Gud Dağı'nın tepesinde avını bekleyen bir çaylak gibi tünemiş bulutun içine dalıyordu. Kar ayaklarımızın altında gıcırdıyordu. Havada oksijen öylesine azalmıştı ki, soluk almakta güçlük çekiyorduk. Kanım her an daha çok doluyordu başıma. Buna rağmen, damarlarımda tatlı bir duygu dolaşmaktaydı. Dünyadan bu kadar yükseklerde olduğum için bir sevinç, neşe vardı içimde. Ne yalan söyleyeyim, çocukça bir duyguydu bu, kabul ediyorum, ama bizler toplumsal koşullardan uzaklaşıp doğaya yaklaştıkça elimizde olmadan çocuklaşırız. O zamana dek ruhumuzda yer etmiş her şey tek tek düşer, dökülür oradan ve bir zamanlar olduğu gibi, bir gün yine olacağı gibi olur ruhumuz. Benim gibi, kimsenin uğramadığı dağlarda dolaşmış, oraların olağanüstü güzelliğini uzun uzun seyretmiş, dik vadilerin insana hayat veren havasını hırsla ciğerlerine çekmiş biri bu büyüleyici yerleri anlatmak istediğimi anlıyor olmalıdır.
Sayfa 70 - İletişim YayınlarıKitabı okudu
Aydınlığın olduğu gibi karanlığın da birkaç çeşidi olduğunu gördüğü, öğrendiği çok günler, geceler geçirmişti, burada ve başka yerlerde. Daha çok kış akşamlarının isli karanlığına benzeyen, insanı soluksuz ve ümitsiz bırakan bu kapalı ve boğuntulu akşamda, kımıldayan varlığıyla her yerde hissedilen bilinmez bir canlı gibi gövdelenmişti karanlık. Akşamdan bağımsız somut bir varlık gibi orada duruyor, her iç çekişinde sanki tarih öncesine kadar uzanan geniş bir soluk alıyordu. Gece bastırdığında sanki her şey çok daha kötü olacaktı.
187 öğeden 231 ile 187 arasındakiler gösteriliyor.