XX. yüzyılın tarihi, devrimci önermelerin geçerliğine, özellikle de dünyanın yazgısını işçi sınıfının çizeceği yolundaki görüşe, en hafif deyimiyle, gölge düşürdü. Öte yandan, bu yüzyıldaki tarihsel değişmeleri işçi sınıfının tek başına belirlediğini de artık savunamayız.
Çağımızın büyük devrimleri hep geri kalmış ülkelerde oldu. Bu ülkelerdeki
Devletin yok olmasından önce, bir geçiş aşaması olarak "proletarya diktatörlüğü" ön görülmüştür. Proletarya diktatörlüğü, üretim araçları üzerindeki özel mülkiyet kalkıncaya ve kapitalizmin egemen sınıfı olan burjuvazi etkinliğini tamamen yitirinceye kadar geçici bir görev üstlenecektir. Ama Marksist kurama uygun olarak 1917 yılında Rusya'da başlayan en eski deneyin, aradan geçen sürede, devletin yok olmasından çok güçlenmesine doğru geliştiğini unutmamalıyız. Üretim araçlarının özel mülkiyeti kalkmış, buna karşılık devlet, tarihte belki bir örneğine daha rastlanmayacak kadar etkinlik kazanmıştı.
Lenin, bir geçiş döneminde devletin devamını zorunlu görmüş, "proletarya diktatörlüğü" kavramını somutlaştırmıştır. Devrim düşmanları yenilmiş, ama yok olmamışlardı. Ne var ki, proletarya diktatörlüğü aşaması uzadıkça, Sovyet yöneticileri yeni yeni gerekçeler bulmakta gecikmediler: Önce kapitalizmin, bu tek ülkedeki sosyalizmi kuşatması söz konusuydu. Üstelik büyük toprak sahipleri "kulaklar"ın direnci vardı. Daha sonra ise sırayla İkinci Dünya Savaşı ve "Soğuk Savaş" dönemleri geldi. Sovyetler Birliği'nin çevresi, kapitalist dünyaya karşı denge oluşturacak güçte Marksist bir rejimler kuşağı ile çevrildiği hâlde, Stalin'in tutumu daha da sertleşecek ve devletin yok olması ilkesini yadsımaya kadar gidecekti.
Zaten Lenin' in "ulusların kaderlerini tayin hakkı" politikası şartlı bir politikaydı. Lenin'e göre, kaderini tayin hakkı "kayıtsız şartsız" savunulamazdı. Ulusal çıkarlarla "proletaryanın çıkarları" çatıştığı an, ulus, "proletarya"nın çıkarlarına tabi olmak ve "ayrılma hakkı" terk edilmek zorundaydı. Boşanma hakkı fiilen boşanmayı savunmak anlamına gelmezdi. Bu durumda her "koca", "karısına" şöyle yanıt verebilirdi: "Ben sana boşanma hakkın olduğunu söylemiştim; yoksa boşanma isteğine olumlu cevap vereceğimi değil."
İspanyol ve Portekiz imparatorlukları da Doğu Asya ve Amerika'da peşinden koştukları şeyin zenginlik değil, insanları doğru insanca sürüklenmek olduğunu söylediler. Aynı şekilde, İngilizlerin liberalizm ve serbest ticareti yayma misyonlarının üzerine güneş hiç batmıyordu, Sovyetler tarihsel olarak kapitalizmden ütopik bir proletarya diktatörlüğe giden yoldaki yürüyüşü kolaylaştırma görevini yakıştırdı kendisine. Bugün çoğu Amerikalı, Üçüncü Dünya ülkelerine cruise füzeleri ve F-16'larla bile olsa demokrasi ve insan hakları kazanımlarının götürülmesi gerektiğini düşünüyor.
Siyonizm iki farklı yönde hareket etmiştir:
Birincisi...
Sion'da (Filistin'de) bir ulus devlet kurma hedefidir.
İkincisi ise bilenlerin ancak fısıldayarak dile getirdikleri bir gerçektir.
Bütün dünyada bir devrim...
Dünyayı Davut ve Süleyman'ın adil yönetimine kavuşturma ideali; enternasyonal sosyalizm...
***
Gözlerden hep kaçırılan
Bizim sosyalist devletimizin ekonomik temeli, ekonominin tüm alanları ola cak ve devlet, ekonomide, tek bir devlet tekeli olarak ortaya çıkacaktı. "Çürümüş ve çözülmekte olan burjuva ailenin yeri ne, sosyalist ahlaka sahip," sağlam bir aile kurulacak, okul lar ve eğitim, proletarya devletini güçlendirecek bir şekilde ele alınıp düzenlenecek, din sınırlanacak, tüm kitle örgütleri, sendikalar, gençlik ve kadın örgütleri, sovyetler veya komünler, proletarya devletinin, kitlesel, örgütlü dayanakları haline getirilecekti. Ve yine parti edebiyatı güçlendirilecek ve proletarya diktatörlüğünün hizmetine sokulacaktı.
_Din, bütün yaşamı boyunca çalışan ve yokluk çekenlere, şükretmeyi, azla yetinmeyi, kısmete boyun eğmeyi, sabırlı olmayı ve öteki dünyada bir cennet umuduyla avunmayı öğretir.
_Din, halkı uyutmak için afyon niteliğindedir.
_En derin dinsel önyargı kaynağı yoksulluk ve cehalettir. Savaşmamız gereken kötülük de budur. Din aldatmacasının gerçek
Marksist kuram, altyapının değişmesiyle birlikte, bir üstyapı kurumu olan siyasal rejimin de ona bağlı olarak değişeceğini öngörüyordu. 1917'den sonra, Sovyetler Birliği'nde üretim araçları üzerindeki özel mülkiyet sisteminin kalkması, üretim ilişkilerinin değişmesi, yani altyapının değişmesi anlamına gelmekteydi. Ama bu değişme, üstyapıda beklenen değişmeleri peşinden sürüklemedi. Tersine, geçici olması gereken proletarya diktatörlüğü, bir üstyapı kurumu olduğu halde, kalkmamakta direndi ve altyapıdaki bazı değişmeleri de etkiledi. Böylece, altyapıdaki dönüşümlerin üstyapıya yansımasının kendiliğinden olamayacağı düşüncesi yaygınlaşmaya başladı. Demokratik, özgürlükçü bir siyasal kültür birikiminin bulun mayışının önemi de ortaya çıktı.
Aslında Sovyetler Birliği o güzelim komünist adını hak etmiyordu. Bu rejim,
proletarya diktatörlüğü bahanesi altında, bir elit tabakanın baskısı ve çoğunluğun buna zorla boyun eğmesine dayanıyordu.
türkiye'de 1919-1922 yılları arasında patlak veren milli burjuva devrimi, birinci dünya savaşı'nda yenilen türkiye'yi olduğu gibi yutmak isteyen ingiliz-fransız emperyalizmine ve yardakçısı olan yunan saldırganlarına karşı yöneltilmişti. türkiye halkı buna karşı koydu ve zaferle sonuçlanan bir milli mücadeleye girişti. bu
Geniş anlamda komünizm, bütün mülklerin ortak olduğu bir toplumu ifade eder. Küçük ölçekli "ilkel" komünizm denemeleri çeşitli zamanlarda ortaya çıktı: Örneğin bazı Ortaçağ manastır toplulukları ve on yedinci yüzyılda İngiliz İç Savaşı sırasında bazı radikal gruplar.
Modern bilimsel komünizm, Karl Marx ve Friedrich Engels tarafından yazılan Komünist Manifesto'dan köken alır. Endüstriyel işçi sınıfının kapitalizmi devireceğine ve "proletarya diktatörlüğü" -devletin bütün mülklere sahip olduğu bir sosyalizm evresi- kuracağına inanırlar. Sonunda devletin yerini "her biri kendi yeteneğine ve her birine kendi ihtiyaçlarına göre" ilkesine dayanan mükemmel komünizm alacaktır. Sovyetler Birliği'nde ve başka yerlerde yirminci yüzyılda kurulan "komünist" devletler, Komünist Parti'nin diktatörce güç kullanması yüzünden hiçbir zaman devlet sosyalizmini geçemedi.
Nihai aşamada Lenin de Marx gibi, işçilerin kendi başlarına devrimci bilince ulaşamayacaklarına, halkı sosyalizme götürmek için güçlü bir merkezi idareye dayanan Marksist bir partiye ihtiyaç duyduklarına ikna olmuştu. Ona göre; işçilerin hak ettiğini alması için tek çare proletarya diktatörlüğü kurmaktı. Zaten Sovyetler Birliği de, 70 yıllık ömründe, bürokratların Komünist Parti eliyle işçiler adına kurduğu diktatörlükten başka bir şey olmayacaktı.
Evet, iç savaş sona erdiğinde Lenin ve arkadaşlarının kızıl zaferi, ülkeye 1,5 milyonu asker, 8 milyonu sivil olmak üzere; çarpışmalar. hastalıklar ve kıtlıktan ölen 9,5 milyon cana mal olacaktı..
Sayfa 307 - Timaş Yayınları, 1. Baskı (2015)Kitabı okudu
Kruşçevciler, Sovyetler Birliği’nde iktidarı ellerine geçirir geçirmez, proletarya diktatörlüğünü yok etmeyi, kapitalizmi yeniden kurmayı ve Sovyetler Birliği’ni emperyalist bir süper devlet haline dönüştürmeyi kendilerine temel amaç edindiler.
…
Onlar, Sovyetler Birliği’ndeki sosyalist yapıyı sistemli bir biçimde tasfiye etmeyi görev saydılar. Sovyet sistemini liberalleştirmek, proletarya diktatörlüğü devletini burjuva devletine dönüştürmek, sosyalist ekonomi ve kültürün kapitalist dönüşümünü gerçekleştirmek için mücadele ettiler.