Deniz yolculuğunda, tekne demir alınca;
sen de su taşımak için karaya çıkınca,
yolda giderken başka birşey de yapabilir,
diyelim, midye toplayabilir ya da
kalamar yakalayabilirsin; ama, gözünü sürekli geminin üstünde tutmalı,
hep dönüp dönüp bakmalısın, acaba dümenci seni çağırıyor mu diye. Çağırınca da,
başka herşeyi hemen olduğu gibi bırakıp
koşmalısın, ki tekneye, koyunlar gibi,
ayakların bağlı atılmayasın.
Yaşamda da böyledir.
Epiktetos
(Enkheiridion, § 7)
Adnan, bunu soran tavır ile sivil Nazır’a bakarken iki göz bebeğinden iki çengel sarkıyordu.
“?.. ?..”
Sivil Nazır’ın gözbebekleri de iki nida işareti gibi uzamıştı.
“!.. !..”
Etiketli tanışmalar vardır ya hani çokça havalı cümleler kurma çabasına girilir... Kimlikler serilir ortaya, biraz da alaturka kelimeler... En parlak gözükmenin kıyılarına vurmak için ne kadar hünerli söz varsa cafcaflı parti süsü gibi havada sallanır... Zira, egonun karnı şişecek, aşil topuk altın suyuna bulanacak... Olduğum gibi değil üflediğim balonların arkasından bak bana...
Kimliğe yaka iğnesi gibi iliştirilmek istenen sıfatlara ihtiyaç duymadan, mübalağalı tasvire, betimlemeye vurmadan, illa kartvize eklenenler ortaya dökülmeden, illa tanrı- tanrıça elbisesi giymeden, fiyakasız ama çok şahaser olan bir şey var.. Mütevazilik..!!!
Çokça sessiz, çokça göğün tavanına değen....
_Tanrıları, tıpkı insanlar gibi sevgi ve nefretle harekete geçen, armağan ve kurbanlarla etkilenen duygulu ve zeki varlıklar diye biliriz. İşte, dinin kökeni budur. Dolayısıyla, puta tapıcılığın ya da çoktanrıcılığın da kökeni budur. Tanrısal varlıkları yetkinliğin en son sınırlarına değin yücelte yücelte, sonunda birlik ve sonsuzluk, yalınlık ve