- "Anadolu'dan gelip şehirde üniversite okuyan her gencin rüyasıdır karlı dağdaki kulübe. Elbet bir gün oraya gidilecek; doğayla, kitapla, şiirle ve hepsinin sahibiyle başbaşa, huzur dolu muhteşem bir yaşam sürülecektir. Bu hayali kuranların kafasında bundan sonrasıyla ilgili şablon aynıdır: Ama orada yaşamayacaksın. Şehre dönmek şart. Neden şart? Çünkü şehir hayattır, medeniyettir, kültür, sanat, edebiyat, tarih, her şey orada. Peki bu kadar önemli olan, bu derece candan yaşamak istediğimiz şehir neden bize huzur vermez? Neden gençlerimizin en önemli derdi yalnızlık ve can sıkıntısı? Ha bu arada söyleyeyim, can sıkıntısı denen şey şehir insanına mahsus bir derttir. Çok da önemli bir sıkıntıdır, çünkü bazen sonu intiharla sonuçlanacak süreçler başlatabilir insan hayatında. Şöyle bir ikilemimiz var; kasabada ya da köyde insanın canı neden sıkılır? Yapacak bir şey bulamadığı içindir sıkıntısı. Uğraşacak meşgalesi kalmamıştır da ondan. Peki şehirdeki insanın canı niye sıkılır? Çünkü onun önünde o kadar seçenek vardır ki yaşamak için, bunlardan hangisini yaşaması gerektiğine bazen karar veremez, bazen hiçbiri çekici gelmez. Nefis hepsini yaşamak ister, bütün zevkleri tatmak, dünyanın bütün nimetlerinden faydalanmak... Ne ki sınırlı bir varlık olan insanın bütün bunları yapmaya ne zamanı, ne kudreti, ne de imkânı vardır. O zaman başlar sıkıntı. Tıpkı evlenmek için kız arayan şehrin zavallı erkekleri gibi..."
(Ekrem Özdemir, Zavallı Şehir İnsanı! Şehir ve Medeniyet Dergisi, Ekim 2009)