Tuhaf bir his vardı içimde; endişelenmiyodum hayır, keder gibi, belki daha da beter bir şey... Nüzhet... Evet, Nüzhet artık yoktu. Hayatımın anlamı olan kadın, binlerce kilometre uzaklıktaki bir ülkeye değil, yokluğa gitmişti. Karanlığa, boşluğa, sonsuzluğa... Eskiden ona duyduğum derin hasreti, bir gün yeniden görüşebilmek, yeniden başlayabilmek umuduyla bastırırdım. Artık o umut yoktu, aptalca da olsa beni hayata bağlayan bütün o mutluluk hayallerini artık kuramayacaktım. Nüzhet'in Chicago'ya giderken bıraktığı veda mektubunda yazdığı gibi, bitmişti. Yirmi bir yıl önce okuduğumda inanmadığım, kabul etmediğim bu tek kelimelik cümle, gerçek anlamını şimdi kazanıyordu. Evet, bitmişti.
şu da var bütün acılara karşın hayat içimize bir nota bırakır ya en bitik günümüzde direnme notasını bir zarfa mı koyar bir deniz çırpıntısıyla mı savurur yüzümüze neşe üşüşür hayatımıza birden güç aşılar iyi güçtür baş eğdirmeyen umut altın kafesinden çıkıverir dolaşır tepemizde
Reklam
Atlas Paradoksu Alıntı
Umutlarımızı yitirmememiz gerek, demişlerdi çünkü umutlar yitirildiğinde, her şey başaşağı gitmeye başlıyordu. Belen bunun umut değil, tuhaf bir ayrımcılık hissi olduğunu söylemek istemişti. Başarısızlığa inanmak -ya da her şeyi olduğu gibi kabul etmeyi ve uyum sağlamahau başarmamak- Narsizmin aşırı bir formu gibiydi.
Sayfa 474Kitabı okudu
“Kıyamete kadar fillerin kölesi olarak yaşamak... Böylesi yaşam yaşamaya değer mi?” “Değer, yaşamak her şeye değer,” dediler karıncalar. “Ölüm umutsuzluktur, oysaki en kötü yaşamda bile her gün umut güneş çiçeği gibi açar.” “Dünya tatlı,” dedi en yaşlı karınca. “Tuhaf karınca, tuhaf karınca,” dedi sonra da... “Bak, üç ayağın, sakalın, bıyığın, bir gözün, kulağın, burnun, her şeyin kopmuş, dımdızlak kalmışsın ortada, sen kendini niçin öldürmüyorsun? Yaşamak tatlı değil mi, tuhaf oğlu tuhaf karınca? Umutsuz köpek. O umutsuzluğu sana filler mi öğretti?” “Ben diyorum ki,” diye gürledi tuhaf karınca, “tutsaklık ölümden zordur, diyorum. Sizse bana çatıyorsunuz. Umutsuzluk bunun neresinde?” “Umutsuzluk ölmekte,” dedi yaşlı karınca... “Öldüreceğimize kendimizi, savaşa savaşa ölürüz.”
“Umut vardı sabahları.Annemin, dokunmaya asla cüret edemediği düz, siyah saçlarında geçici bir ışıltı gibiydi. Yavaşça yediğim ılık yulaf ezmesinin şekeriyle beraber damağımdaydı.Annemin kavuşturmuş olduğu narin elleri, gazetedeki İspanyol gribi ve Versay Antlaşması haberleri üstünde öylece duruyor, ben de onlara bakarak yulafımı yiyordum. Babam işe girmişti, ağabeyim okuldaydı.O zaman annem, ben yanında olduğum halde yalnızdı ve hiç sesimi çıkarmazsam, hiçbir şey söylemezsem, o tuhaf kalbindeki erişilmez sükunet, sabah kocayıncaya kadar, sıradan ev kadınları gibi onun da İstedgade’de alışverişe çıkması gerekinceye kadar sürecekti.” Tove Ditlevsen- Kopenhag Üçlemesinin ilki Çocukluk kitabının giriş cümleleri…
Eğlenceli de anlatmış ;))
Şimdi olduğumuz şekilde dünyaya gelmemizin ve böyle tuhaf ailelere doğmamızın nedeni, 1) Sadece öyle olmasıdır (buna hemen hemen kimse inanmaz), 2)Benliğin bir planı vardır ve bizim bezelye beyinlerimiz bunu çözemeyecek kadar küçüktür (birçoğu bunu umut verici bir fikir olarak görür), 3)Yanlış Zigot Sendrotnu nedeniyle böyledir (şey...evet, belki..., ama nedir bu?). Aileniz sizin bir yabancı olduğunuzu düşünüyor. Tüyleriniz var, pub larımz var. Sizin iyi vakit geçirme fikriniz, orman, vahşi yerler, içsel hayat, dışarıdaki ihtişam demek. Onlarm iyi vakit geçirme fikri havluları katlamaktan ibaret. Sizin için ailenizde durum böyleyse, o zaman siz bir Yanlış Zigot Sendromu kurbanısınız. Aileniz zaman içinde yavaş hareket ediyor, siz rüzgâr gibi atılıyorsunuz; onlar gürültücü ve siz sakinsiniz ya da onlar suskun ve siz şarkı söylüyorsunuz. Sadece bildiğiniz için biliyorsunuz. Onlar kanıt ve üç yüz sayfalık tez istiyorlar. Emin olun, bu bir Yanlış Zigot Sendromudur. Bunu hiç duymadınız mı? Pekâlâ, Zigot Perisi bir gece kasabanızın üstünde uçuyordu ve sepetindeki bütün küçük zigotlar heyecanla hoplayıp zıplıyordu. Aslında sizi anlayacak ana babalar için ayrılmıştınız, ama Zigot Perisi türbülansa düştü ve hoop, siz de sepetinden çıkarak yanlış eve düştünüz. Tepetaklak indiniz ve kendinizi, sizin için düşünülmemiş bir ailenin tam ortasında buldunuz. “Gerçek” aileniz üç kilometre uzakta kaldı. Sizin olmayan ve üç kilometre ötede yaşayan bir aileye âşık olmanızın nedeni bu. Her zaman Bay ve Bayan falanca filancanın gerçek ana babanız olmasını istiyordunuz. Zaten büyük olasılıkla onların olması amaçlanmıştı.
Ayrıntı Yayınları
Reklam
896 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.