"Ben bir diriliş işçisiyim. Allah kentinin işçisiyim. Allahın övdüğü, beğendiği İslâm toplumunu ören, toplumunun örülen duvarında en küçük bir kum tanesi olmaktan öte öğüncüm olamaz."
Sadettin Ökten : Üstad Niyazi Sayın, yıllar önce bir sohbette, "Üsküdar'da öyle adamlara rastladım ki hiç tanımasam da 'Bu adam bir Allah dostu, gidip elini öpeyim." derdim" demişti.
Mütevazı ve dengeli bir hayat yaşayan insanın simasına, hareketlerine o hayat, dinginlik, huzur siner. Kalbin hâli vücuda hâkim olur, inşallah öyle olur, vücut kalbe hâkim olmasın.
Kalpte sekinet varsa o bütün fiillerinize siner, önce nazarlarınızdan görünür, bakışlarınızda onu hissedersiniz.
Bir var ötəri səs, ötəri nəfəs,
Gül-çiçək ötəri, alqış ötəri,
Beş günlük afişa, ötəri həvəs,
Ötəri cəlb edir fikri-nəzəri.
Bir də var: anadangəlmə - elə sən,
Fədai olasan, Fərhad olasan.
Qaçıb xırım-xırda şirnikmələrdən,
Əsərdən-əsərə ustad olasan.
Müslümanların, Kur'âna hürmetlerinin sebebi; bu kitab pâyidâr oldukça, başka bir dinî rehbere arz-ı ihtiyaç etmeyeceklerini anlamalarıdır. Filhakîka, Kur'ânın fesâhat, belâğat ve nezâhet itibariyle mümtâziyeti, Müslümanları başka belâğat aramaktan vâreste kılmaktadır. Edebî dehâların ve yüksek şâirlerin, Kur'ân huzurunda eğildikleri bir vâkıadır. Kur'ânın, her gün daha fazla tecellî etmekte olan güzellikleri, her gün daha fazla anlaşılan fakat bitmeyen esrârı, şiir ve nesirde üstad olan Müslümanları, üslûbunun nezâhet ve ulviyeti huzurunda diz çökmeye mecbur etmektedir. Müslümanlar, Kur'ânı tâ rûz-u haşre kadar pâyidâr kalacak kıymet biçilmez bir hazine addeylerler ve onunla pek haklı olarak iftihar ederler. Müslümanlar, Kur'ânı, en fasîh sözlerle, en rakìk mânâlarla coşan bir nehre benzetirler.
İşârât-ül İ'caz
Doktor Maurice (Moris), Le Parler Française Roman (Löparle Franses Roman) unvanlı gazetede Kur'an'ın Fransızca mütercimlerinden Selman Runah [Salomon Reinach]ın tenkidatına verdiği cevapta diyor ki:
Kur'an nedir? Her tenkidin fevkinde bir fesahat ve belâgat mu'cizesidir. Kur'an'ın, üç yüz elli milyon
“Elimden gelse hiç konuşmazdım,” der Konfüçyüs. “İyi ama o zaman nasıl anlatacağız insanlara?” diye endişe eder öğrencileri. “Göğün kendisi konuşuyor mu?” diye devam eder üstad. “Ama dört mevsim pekala birbirini izliyor ve bütün var olanlar çoğalıyor.”
Biliyorsunuz üstad, bizde gerçeği bulanlar artık hiç konuşmazlar. (Düşünür.) Dur bakayım, nasıl diyordu Yunus? . Neyse, muhakkak bir şey demiştir bu konuda. (Durur.) Neyse, bizde adettir işte: Gerçeği buldun mu susacaksın.
"Ben dağın başındaki bir taş değilim. O zaman götürüp dağın başındaki taşa yükleseydi yükü. Beni, anlamak için yarattı. Ben Onun kendisini anlamak için yaratılmışım. Ben Onun kendisini anlamak için yaratıldıysam ben bu konuda mücadele etmek, bu konuda fikrimi, gönlümü, kalbimi derinleşmekle mükellefim. Ben bu konuda sevmekle, koşturmakla mükellefim. Ben bu noktada Cenâb-ı Hakk’ın sıfatlarının tecelliyatlarını izlemekle, onları anlamakla, onları yormakla, onları kendimce şuurlandırmakla mükellefim. Ben kendimi öyle görüyorum. Madem ki Allah'ın tanınmaklığı hoşuna gitti, madem ki Cenâb-ı Hakk’ın zikredilmekliği hoşuna gitti."
Üstad Mustafa Özbağ/010514 (Nefes I, s. 86)