Dostlarla ya da çevrede kitap sohbeti yaparken yazarların isimlerini telaffuz da genel anlamda sıkıntılar çekiyoruz. Ve devamında muhabbet dağılıp gidebiliyor. Can sıkıcı bir durum olma özelliği bile taşıdığı söylenebilir. Chuck Palahniuk ve Charles Baudelaire gibi yazarları en basitinden telaffuz ederken ben çok zorluk çekiyorum.
Yine not:
Sinema-edebiyat ilişkilerindeki başarılı yapımları, tavsiye film listesi haline getirmek için öncelikle
Edebiyat Atlası ‘ndan bir alıntıyı daha önce paylaşmıştım.(#46533729)
Romanlardan sinemaya aktarılan filmlerde eserin aslına ne kadar sadık kalındığı yoruma açık olmakla birlikte
1 True History of the Kelly Gang, Peter Carey
2 Utanç, John Maxwell
3 Underworld, DeLillo
4 Amongst Women, John McGahern
5 Breathing Lessons, Anne Tyler
6 The Beginning of Spring, Penelope Fitzgerald
7 Değişen Dünyada Bir Sanatçı, Kazuo Ishiguro
8 Para: Bir Intihar Mektubu, Martin Amis
9 Housekeeping, Marilynne Robinson
10 Geceyarısı Çocukları,
Havalar çok sıcak. İşler yoğun. İkisi bir araya gelince insanı acayip bunaltıyorlar. Gökten düşecek şarıl şarıl yağmur damlalarının serinliğine, yağsa da hem serinlesek hem de işlere ara versek diyerekten, muhtaç bekliyoruz. İnceleme yazmaya başlamadan az evvel her bunaltıcı günde olduğu gibi bunları düşünüyordum. Gök artık isyan derecesindeki
"Ben herkese elimden gelen iyiliği yapmak isterim," dedi. "Önemsiz sosyal sınırlar çizmem. Bir insan bana kalırsa her şeyden önce bir insandır, nerede olursa olsun."
Kendi hayatımızla ilgili sıradan olaylar; farklı dimağlardaki realiteyi algılayış biçimi ve kişisel imgelemlerin benzersiz ritmiyle alışılmadık bir sanat eserine nasıl dönüşebilir? Aheste aheste giden bir at arabasında; etrafa saldığı nahoş kokulardan çürümeye başladığı anlaşılan; cılız bir bedenin peşi sıra yol alan bir süreğen dram.Tepesinde kallavi akbabaların dönüp durduğu,talihsiz bir kafilenin acıklı hikayesi.Bir ölümden yola çıkıp, çeşitli karakterlerin anlatımıyla tamamlanan hikaye; yazarın bilinç akışı tekniğindeki benzersiz retoriği ile renkleniyor, ve bu yorucu anlatım okuyuca edebi bir ziyafet sunuyor.
Vefat eden annelerini (kendi vasiyeti üzerine) doğduğu topraklara defnetmek üzere yola çıkaran bir ailenin başından geçen talihsiz olaylar silsilesi, on beş farklı karakterin ağzından naklediliyor.Aynı manzaraya bakan köhne bir binanın farklı pencerelerindeki yansımayı andıran bu anlatım; Amerika’nın Güney eyaletlerindeki yoksul halkın kanıyla yoğrulmuş bir halita, ya da acının yeryüzündeki boğuk izi kadar eski bir ağıt.Bununla birlikte eserde kadın olmanın, birey olmanın, köy ve kent ikileminin, sevginin ve aile kavramlarının da kararlı bir şekilde altını kazıyor Sevgili Faulkner.Bu kadar sade bir üslupla böylesine cerbezeli bir anlatıma haiz olmak Nobel ödülüyle tasdiklenmiş bir yirminci yüzyıl laneti olsa gerek, okuyucunun üzerine yağan.Faulkner’ın cümleleri Zeus’un şimşekleri gibi apansız düşüyor korunaksız zihinlerimizin çatısına.Hepsi birer sessiz infilak!
Beş gün boyunca Faulkner'in dünyasında gezindim. Yoruldum, zorlandım, yer yer boğuldum. Ama iyi ki de okumuşum. Edebi tatmin açısından muazzam bir romandı.
Döşeğimde Ölürken 'i okurken de benzer izlenimler edinmiştim. Aslında önce yazarın öne çıkan eseri