Tekrar okumaya da başlamıştı. İçlerinden tuhaf koyuluktaki melankolik çiçeklerden yayılan ağır, uyuşturucu kokular gibi hüzün fışkıran muhteşem kitaplara yine yakınlaşmıştı. Hayatın katılığının kutsal ve kalpten gelen bir sevgiyi elinden aldığı Maria Grubbe’yi, pes etmek istemeyen ve sırada mutluluğa yüz çeviren mutsuz Madam Bovary‘yi tekrar eline aldı. Cömert ve özlem dolu sanatçı yüreğiyle elleri açık beklese de, büyük aşkın hiç kapısını çalmadığı Maria Baschkirtscheff’in tarifi imkansız dokunaklılıktaki günlüğünü okudu. Ve Erika‘nın azap içindeki ruhu, kendi acısını yitirmek ve unutmak için bu yabancı insanların acılarında battı; fakat bazen dehşetin gururla kardeş olduğu bir korkuya kapılıyordu, çünkü sözcükler, kendi hayatında da bulunan ve kaderin yüklediği ağır anlamlarını kavradığı görüntülere denk düşüyordu. Artık onların hikayelerinin, hayatın adaletsizliğini ve nefretini ilan etmediğini, sadece kolayca unutarak, acının karanlık ama gizlerle dolu uçurumlarının üzerinden atlayabilen, gülmeye açık ve basit bir ruhun dans edercesine şen adımlarından yoksun oldukları için acı verici olduklarını hissediyordu.