Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Yonca Karalamaci Baysal

Mitokondriya gen ağacı, bu denkleme ilk kez zaman boyutu getirmiştir. Ağaç, tüm çağdaş insanların aynı mitokondriyaya sahip olan atasının yaklaşık 150 bin yıl önce yaşadığını açıkça ortaya koymaktadır. Bu tespit "Afrika çıkışlı" teze gayet iyi uyar ve bu ekolün savunucuları tarafından coşkuyla karşılanmıştır. Diğer taraftan, "çok-bölgeci" ekolü savunanlar arasında büyük bir şok yaratmıştır. Çağdaş insanların tamamının ortak atası 150 bin yıl gibi yakın bir zamanda yaşamışsa, bunlar dünyanın değişik bölgelerinde bir milyon yıldan daha uzun bir süre önce yaşamış olan yerel Homo erectus'tan türemiş olamazlar. Kendileri her anlamda çağdaş insanlar olan "çok-bölgeci" tezin savunucularının mağlubiyeti kabul etmemiş olmasına rağmen, mitokondriya gen ağacı bunların tezine, halen etkisinden kurtulamadıkları yaralayıcı bir darbe indirmiştir.
Reklam
Ne garipti ki, DNA aynı zamanda, bizi uzun geçmişimizin gizemlerine götüren ve kişilik duygularımızı yücelten bir araçtı. Yalnızca "kimyasal bir madde" değil, armağanların en değerlisiydi.
Bu hikâyeler ve daha birçokları, biyolojik temele dayanan ırk sınıflandırılmalarının ne kadar saçma olduğunu gösterir. Benim burada anlatmak istediğim şeyler, bir buzdağının tepesini oluşturan ve genin gayet net olarak gönderdiği ve okuması çok kolay olan mesajlardan ibarettir. Hücre çekirdeğindeki diğer on binlerce gen de aynı mesajı yankılayacaktır. Hepimiz tamamen birbirine karışmış insanlarız; ancak, aynı zamanda hepimizin arasında bir ilişki de var. Her bir gen, soyunu farklı bir ortak ataya bağlayabilir. Bizden önce yaşamış insanlar hepimize çok olağanüstü bir miras bırakmış. Genlerimiz, doğduğumuz zaman ortaya çıkmış değil. Onlar binlerce nesil boyunca milyonlarca insan tarafından bizlere taşınmış.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Türk’e hiçbir zaman İranlıya, Arap’a baktıkları gibi sıcak bakmıyorlar. Şimdi bir şey hatırladım; bir Alman okul ansiklopedisinde (Musisches Lexikon), “Firdevsî” maddesinde şöyle yazıyor: “651’de Türkler İran’ı istila edip de İslamlaştırdıktan sonra…” Bu çok gülünç ve vahim bir hata... Ben hatanın arkasına bakalım derim. O zaman tüm söylediklerimiz kanıtlanmış olacak. Batı için asıl militan ve İslamize eden kuvvet, Müslüman Türklerdir.
Aşağı yukarı, bugünkü medeni dünyada hiçbir eski dünya kavmi ve ülkesi yoktur ki (Pasifik’teki adalar ve bazı kıtalar hariç) Türkler olmadan tarihini yazabilsin. Mutlaka, Türkleri ve Türk tarihini bilmek zorundadır ki kendi tarihini anlayabilsin. Dünya tarihini incelediğiniz zaman içinde çeşitli faktörler ve unsurlar olduğunu görürsünüz. Bu unsurlardan biri de Türklerdir. Çin’in tarihine bak, Türk var. Alman tarihine bak, Türk var. Türkiyesiz, 19. asır Alman tarihini anlayamazsınız. 20. asrı anlayamazsınız.
Reklam
Her ülke kendi tarih görüşünü teşekkül eder. Buna göre yazılır. İnsanların birbirleri hakkında hakaretamiz, küçümseyici ifade ve ibareleri oradan çıkarmaları icap edebilir. Bir ulusun oluşumunu izah ederken veya milli tarihin meselelerini ortaya koyarken tarihçilerin diğerleriyle yüzde yüz bir ittifaka varması mümkün değildir.
Eğer bir kamyonun sana doğru geldiğine inanıyorsan, yoldan çekilirsin. Bu, kamyonun gerçekliğine olan inançtır. Insanlara kamyondan korktuğunu söylüyorsan fakat yoldan çekilmek için hiçbir şey yapmıyorsan, bu kamyona duyulan inanç değildir. Benzer biçimde, Tanrının var olduğunu söylemek ve sonra günah işlemeye devam etmek, masum insanlar açlıktan ölüyorken servetini artırmak inanç değildir. Inanç en önemli kararlarını kontrol etmediğinde, bu, altta yatan gerçekliğe duyulan inanç değildir. Onlar inanmanın yararına inanıyorlar.
İttihatçılığın yıllarca temel direği saydığımız komi. Nasıl aldatmışız kendimizi bebekler gibi.. Kanlı işlere bunları biz sürüyoruz sanmışız, bunca yıl... — Oysa? — Onlar kendi mizaçlarının içinde kalmışlar hep... Ne demektir bu, bizi sürüyüp götürmüşler kendi yatkınlıklarıyla... Onlar bizi oynatmış...
Zamanların en iyisiydi, zamanların en kötüsüydü, hem akıl çağıydı, hem aptallık, hem inanç devriydi, hem de kuşku, Aydınlık mevsimiydi, Karanlık mevsimiydi, hem umut baharı, hem de umutsuzluk kışıydı, hem her şeyimiz vardı, hem hiçbir şeyimiz yoktu, hepimiz ya doğruca cennete gidecektik ya da tam öteki yana –sözün kısası, şimdikine öylesine yakın bir dönemdi ki, kimi yaygaracı otoriteler bu dönemin, iyi ya da kötü fark etmez, sadece "daha" sözcüğü kullanılarak diğerleriyle karşılaştırılabileceğini iddia ederdi.
Sizin bakış açınızdan mönüdeki doğru yemeği seçmek, iyi ​bir öğünle kötü öğün arasındaki farkı belirler. Oysa bağırsak ​bakterileriniz için bu seçimin önemi daha büyüktür. Fark​lı mikroplar belli diyetlerle daha iyi geçinir. Bazıları bitkisel ​lifleri sindirmede rakipsizdir. Diğerlerinin yağlarla arası daha ​iyidir. Siz yediklerinizi seçerken, aynı zamanda hangi bakteriyi ​besleyeceğinizi, hangilerinin diğerleri karşısında avantaj sağ​layacağını da seçmiş oluyorsunuz. Ama onlar da öylece otu​rup sizin kararınızı uslu uslu beklemek zorunda değiller. D aha ​önce de gördüğümüz gibi bakteriler sinir sistemini kendilerine ​özgü yöntemlerle ele geçirebilir. Siz "doğru" şeyleri yerken, on​lar zevk ve ödüllendirme ile ilgili bir kimyasal olan dopamin ​salıveriyorsa belli bazı yiyecekleri diğerlerine tercih etmeniz ​için sizi eğitiyor olabilirler mi ?
Reklam
Hayatımızın bir yerinde, bu tehlikeli ve kuvvetten düşüren inanç sistemini benimseriz: Ben ne başardıysam ve onu ne kadar iyi başardıysam, oyum. Memnun et. Performans göster. Mükemmel ol. Sağlıklı çaba, kendine odaklıdır – Nasıl gelişebilirim? Mükemmeliyetçilik başkasına odaklıdır – Ne düşünecekler?
Mükemmeliyetçilik kişisel gelişim değildir. Mükemmeliyetçilik, özünde onay ve kabul kazanmaya çalışmakla ilgilidir.
Mükemmeliyetçilik, elinizden gelenin en iyisini olmaya çabalamakla aynı şey değildir. Mükemmeliyetçilik sağlıklı başarı ve büyümeyle ilgili değildir. Mükemmeliyetçilik mükemmel yaşar, mükemmel görünür ve mükemmel davranırsak, suçlama, yargılama ve utancın acısından sakınabileceğimize veya en aza indirebileceğimize inanmaktır. Bir kalkandır. Mükemmeliyetçilik, aslında gerçekten kaçmamızı engelleyen şey oyken bizi koruduğunu düşünerek her yere sürüklediğimiz yirmi tonluk bir kalkandır.
Bilgi ile anlamak birbirinden çok farklı şeyler. Bir bardak suyu elinize alıp ​bu su benim diyebilirsiniz. Ama değildir, o sadece bilgidir. Ancak o suyu ​içtiğinizde o suyu anlamış olursunuz. İnsanın susuzluğunu sadece içtiği su ​giderebilir, tuttuğu değil. Bu sebeple insanın ihtiyacı olan şey bilmek değil ​anlamaktır.
İnsana bazı kelimeleri unutturarak onun tüm hayatını etkileyebilirsiniz biliyor ​musunuz? Örneğin birine “başarısızlık” kelimesini unutturup bu hissin ​karşılığında “güçlenmek” kelimesini kullanmayı öğretirseniz, o kişi hayatı ​boyunca bir daha başarısız olmaz, her kaybedişin bir “gelişim” olduğunu ​bilir. Bir sınavdan geçemediğinde bunu ailesine “Başarısız oldum” yerine ​“Biraz daha güçlendim” diyerek aktarır. ​“Üzülmek” kelimesini unutturursanız ve buna karşılık “olgunlaşmak” ​kelimesini öğretirseniz, o kişi bir daha asla yıkılmaz. Üzüntü veren her ​olayın deneyim olduğunu bilir.
111 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.