İnsan
eşref-i mahlûkattır derdi babam
bu sözün sözler içinde bir yeri vardı
ama bir eylül günü bilek damarlarımı kestiğim zaman
bu söz asıl anlamını kavradı
geçti çıvgınların, çıbanların, reklamların arasından
geçti tarih denilen tamahkâr tüccarı
kararmış rakamların yarıklarından sızarak
bu söz yüreğime kadar alçaldı
damar kesildi, kandır
Kartallar uçar mı bir harâbeden
Köprülerden benim yârim geçer mi
Sen neden bu kadar güzelsin, bilmem
Taşırsın yeryüzüne ebedî tohumları
Ben ise kuruyacak bir suyun mahkûmuyum
Avuçlayıp öpüyorum kumları
Bir karadelikten bakarken hayat
Meydan okuyanlar kim bu serâba
Söyle bana hindiba
Sen nasıl bu kadar ceylan koşması
Sen nasıl bu kadar yollar
Ege Denizi'nin, Doğu Akdeniz'in fırtınayla kudurmuş sularında kahramanca ölen, yaprak kadar narin sevgili oğlunu hep geçmişte yaşadıklarını hatırlayarak özleyen, her anıyla derinden bir oh çeken ve akıl hastanesinde ölen bir annenin gerçek günlüğüdür... Bu üzgün annenin anlatımı o kadar hüzünlü ama güzeldi ki; hayal gücünün ürünü olan betimlemeleri ve aforizmaları, ayrıca lirik anlatımı gerçekten yüreğimde izler bıraktı... Şuan ki tek dileğim, sevdiklerimle yaşamak...
İyi geceler...
A kararımı, huzurumu alan güzel, gel; şekerkamışı demeti gibi kucağıma gel.
Taş yüreğini koy yüreğime; görmüyor musun, gamla taşlanıp duruyorum.
Yakın gel de yüzüme bir bak; aşktan ne izler var yüzümde, bir gör.
Gönlümün yanışından bir duman çıkarsam yedi göğün de perdesini yakarım.
Güz, bağı bahçeyi yakar, yandırırsa, ilkbaharım güldür dünyayı.
A baharlar der dünya, tekrar dönün, gelin; güzün zulmünden, bağrımda yüzlerce dağ var.
Sâkî, o güz kadehini döndür; baharın aşkıyla mahmurum çünkü.
Ver o can gibi gizli şeyi bana; canın için olsun, bundan fazla bekletme beni.
....
Sen nasıl bu kadar kelâmın hası
Sen nasıl bu kadar şiir bohçası
Sen nasıl bu kadar esrarlı bir mum
Sen nasıl bu kadar rüya bahçesi
Ben bir kervan muamması değilim
Çekinmem yolların kıvrımlarından
Ellerim ışıldar alacakaranlıkta
Saklambaçlar ortasındadır evim
Kışın kartopudur adını anmak
Döner döner yüreğimde, dağ olur
Yazın güneş yanığıdır düşlerim
Sonbahar ruhumu bekleyen oba
Söyle bana hindiba
Çok iyiydi.Akıcı,hiç heyecanı,aksiyonu bitmeyen bir roman!Bir solukta okudum.Macera,aşk,entrika herşey vardı ve ben uzun zamandır bu kadar güzel bir kitap okumamıştım.
Kötülük ya da keder olarak içimizden dışımızdan bizi kuşatan ne varsa, yağmurla birdenbire gerçekliğin dışına çıkmıştı. Doğa, yaşama sevincini suyla sokmuş olmalıydı insanın yüreğine.
Gönlümde bir fırtına, sonu tufan.
Rüzgar her estiğinde adını söylüyor.
Kulaklarım sağır olsun diliyorum.
Dudaklarıma mühürlenmiş
bir sözcük gibi ismin…
Hangi cümleye başlasam,
başına adını koyuyorum.
Dilim lal olsun istiyorum.
Aklım bir zincir vursun yüreğime,
Her halkada demirin soğukluğu, yaktığın ateşi söndürsün diliyorum.
Kalbime ayaz vursun,
donsun.
Öldürmeye çalıştığım sen değilsin!
Kaçtığım sen değil.
Elimde bir hançer, sen yeni güne doğ.
Bırak ben öleyim…🌾
Ne zaman sonbahar gelse, sarı sarı yapraklar düşse dalından ve sürüklense rüzgarın önünde bir yaprak. Ne kadar ısıtırsa ısıtsın dağları, ovaları güneş; ne kadar sıcak ve parlak olursa olsun gökyüzü, üşürüm, ürperirim içimden! .. Üstüme üstüme yürür hüzünlü güz günleri...
Bilirim ki, acılardır yüreğimde yankılanan ve içimdeki sevdadır acı veren