Ne kışlar geçirilir, ne zorlu fırtınalar eser, ağaç kökleri devrilir; ve derken, ortalıkta bir hayat işaretinin kalmadığı sanılan bir anda, kuru bir dalın ya da bir kayanın bir ucunda bir serçe öter. Baharın muştusudur bu. Ölü çöle piyano tuşlarında gezinen bir el gibi yayılan bir ses. Her düğümü yoklayan bir anahtar çevrilişi. Bir kitap sayfalarının açılışındaki hışırtılar.
Ve derken yağmurlar, yağmurlar, yağmurlar boşanır. Doğudan, batıdan, her yönden tatlı rüzgârlar eser... Kuşlar, dalları gıcıklar. Çiçeklere çağrıdır bu, sular çağıldar tepelerden.
Ve güneş ışınları, tepelerden yuvarlana yuvarlana gelir.
Güzel heykellerin yüzündeki alçılar dökülür. Zaman sırçasının boyaları akar, korkunç kafataslarının ve iskeletlerin ötesinden berisinden.
Ortaya çırçıplak çıkan gölge, kaçmak ıçin, sağına soluna bakınır.
Ama onu yakalayıp zincire vuracaklar ve
mumyalayıp hatıralar müzesine kaldıracaklardır. Hep görülsün ve unutulmasın diye.
Meleklerin gümüş kılıçlarıyla, gölgelerin ağı parça parça edilmiştir.
Bu, unutmayan güneşin ruha selâmıdır, armağan olan selâmıdır.
Ruhsa, en derin uykulardan yavaş yavaş uyanmakta, gözlerini yeniden hayata açmaktadır.
Kimbilir belki de ruhun diriliş öyküsüdür bu. Yeniden doğumunun, ikinci doğumunun öyküsü.