Seni böyle seversem asarlar beni
Bir deniz fenerinin söndüğünü görürsün
Seni böyle seversem asarlar beni
Bir deniz fenerinin söndüğünü görürsün
Evlerine kapanır ah bütün gemiler
Sis basınca o limanları kime kalırsın
Seni böyle sevdiğimi bilseler de bilemezler
Ay batar bir bulut kaynar duyamazlar ki
Seni böyle sevdiğimi bilseler de bilemezler
Gün doğar yer oynar yerinden duyamazlar ki
Seni böyle seversem asarlar beni
Yokluğunu anlatılarını önce bir güzel
Dudaklarım catlayınca susuzluğuna
Bir sabah tam beş bucukta ipe cekerler
Seni böyle sevdiğimi bilseler de bilemezler
Ay batar bir bulut kaynar duyamazlar ki
Seni böyle sevdiğimi bilseler de bilemezler
Gün doğar yer oynar yerinden duyamazlar ki
Ay batar bir bulut kaynar duyamazlar ki
Kiti, çok acı çekiyorum. Bir başıma acı çekecek gücüm yok. Sana zamanın hâlâ geç olmadığını söylemeye geldim. Yapılanlardan vazgeçebilir, her şeyi düzeltebiliriz.
Artık bu mutluluk günleri geride kalmışa benziyordu. Aslına bakılırsa hâlâ şakalara gülüyor, anlatılan fıkraların sonundaki ince esprileri kaçırmıyor ama içten içe de sorup duruyordu: insanoğlu yaşamını değiştirebilir mi?
Nereden bileceksin, şehrin sokaklarında kaybolan ışıkların gözlerim olduğunu
Her seher yüreğimde açan karanfillerin
Her akşam ellerimde sararıp solduğunu...
... Nereden bileceksin, fesleğen köklerinin hercai bulutlardan bıkıp usandığını
ansızın kayıveren yıldızların ardında
Vuslatını bekleyen bir kalbin yandığını nereden bileceksin
Ne hasta bekler sabahı,
Ne taze ölüyü mezar,
Ne de şeytan bir günahı,
Seni beklediğim kadar.
Geçti istemem gelmeni,
Yokluğunda buldum seni;
Bırak vehmimde gölgeni
Gelme artık neye yarar.
بسم الله الرحمن الرحيم
Senin için göğsünü açmadık mı?
İndirmedik mi senden o yükünü ?
O sırtında gıcırdamakta olan (ve bu şekilde sana eziyet veren) yükünü?
Senin şanını yüceltmedik mi ?
Demek ki, zorlukla beraber bir kolaylık var.
Evet o zorlukla beraber bir kolaylık var!
O halde boş kaldığında yine kalk yorul!
Ve ancak Rabbinden ümit et, hep o'na doğrul!
|İnşirah süresi|
"Senin gönlün daima meshûr ve musahhardır, mazursun.
Sen gamın ne olduğunu hiç bilmedin , mazursun.
Ben sensiz bin gece kan yuttum,
sen bir gece sensiz kalmadın, mazursun."
Nurullah Genç, Rüveyda şiirinde
"Alaca bir at koşar içimde, zamansız, mekansız nefese doğru.."
diye yazar ve sona doğru geldiğinde :
"At vuruldu,içim paramparça Rüveyda!" der.
Herkes bilmez fakat bu bir ölümdür
Gayet zengin, gayet mahir bir sanatkâr; güzel sanatını, kıymettar servetini göstermek için miskin bir adama modellik vazifesini görmek maksadıyla, bir ücrete mukabil, bir saatçik zamanda, murassa ve gayet sanatlı diktiği bir gömleği,bir hulleyi o fakire giydirir. onun üstünde işler ve vaziyetler verir. Harika enva-i sanatını göstermek için keser, değiştirir, uzaltır, kısaltır. Acaba şu ücretli miskin adam,o zata dese: " bana zahmet veriyorsun, eğilip kalkmakla verdiğin vaziyetten bana sıkıntı veriyorsun, beni güzelleştiren bu gömleği kesip kısaltmakla güzelliğimi bozuyorsun." Demeye hak kazanabilir mi? Merhametsizlik, insafsızlık ettin diyebilir mi?
İşte aynen bu misal gibi Sâni'-i zülcelal sana ey hasta! Göz,kulak, akıl, kalp gibi nurani duygularla murassa olarak giydirdiği cisim gömleğini, esma-i Hüsnanın nakışlarını göstermek için çok hâlât içinde seni çevirir ve çok vaziyetlerde seni değiştirir . Sen açlıkla onun Rezzak ismini tanıdığın gibi şâfî ismini de hastalığınla bil.
Ömer, gözyaşları sakallarını ıslatırken, "Allah'ım, o ölmedi!" diye bağırdı...ama onun bu sözleri feryat eden kalabalığı sakinleşireceği yerde tam tersi bir etki yaptı. Bunu gören ve oldukça ufak tefek bir adam olan Ebubekir, dehşete düşmüş kalabalığın önüne geçti.
"𝗛𝘇.𝗺𝘂𝗵𝗮𝗺𝗺𝗲𝗱'𝗲 𝗶𝗻𝗮𝗻𝗮𝗻𝗹𝗮𝗿 𝗶𝗰̧𝗶𝗻 𝘀𝗼̈𝘆𝗹𝘂̈𝘆𝗼𝗿𝘂𝗺 , 𝗼 𝗼̈𝗹𝗱𝘂̈. 𝗔𝗹𝗹𝗮𝗵'𝗮 𝗶𝗻𝗮𝗻𝗮𝗻𝗹𝗮𝗿 𝗶𝗰̧𝗶𝗻𝘀𝗲 𝗔𝗹𝗹𝗮𝗵 𝘆𝗮𝘀̧𝛊𝘆𝗼𝗿, 𝗼 𝗼̈𝗹𝘂̈𝗺𝘀𝘂̈𝘇𝗱𝘂̈𝗿."
- "Peki Mekke'ye şimdi neden
gitmiyorsunuz?"
- "Beni hayatta tutan Mekke'dir. Hepsi
birbirine benzeyen günlere, raflara
dizilmiş şu vazolara, iğrenç bir aşevinde
öğle-akşam yemek yemeye katlanacak
gücü veriyor bana. 𝘋𝘶̈𝘴̧𝘶̈𝘮𝘶̈
𝘨𝘦𝘳𝘤̧𝘦𝘬𝘭𝘦𝘴̧𝘵𝘪𝘳𝘮𝘦𝘬𝘵𝘦𝘯 𝘬𝘰𝘳𝘬𝘶𝘺𝘰𝘳𝘶𝘮 𝘤̧𝘶̈𝘯𝘬𝘶̈
𝘰 𝘻𝘢𝘮𝘢𝘯 𝘺𝘢𝘴̧𝘢𝘮𝘢𝘬 𝘪𝘤̧𝘪𝘯 𝘣𝘪𝘳 𝘴𝘦𝘣𝘦𝘣𝘪𝘮
𝘰𝘭𝘮𝘢𝘺𝘢𝘤𝘢𝘬"
Acı çekmek ne demekmiş asıl şimdi anlıyordum. Acı çekmek bayılana dek dayak yemek değildi. Ayaktaki cam kesiğine eczanede dikiş attırmak değildi. Asıl acı, kalbi baştan aşağı sancılara boğan,insana sırrını kimselere anlatmadan ölmeyi arzulatan bir şeydi...
"Xuruca."
"N'oldu?"
"Ağlarsam ayıp olur mu?"
"Ağlamak asla ayıp değildir,sersem.Niye ki ?"
"Bilmem, henüz alışamadım. İçimdeki kafes bomboş kaldı sanki ..."
Kaldırımda çiçek olsam açar mıydım diye düşündüm.Siz olsanız açar mıydınız? Birinin sizi görüp, eğilip koklama ihtimaliniz mi daha fazla, üzerinize basılıp çiğnenme ihtimaliniz mi ? Yoksa koparılıp bir sevgilinin günlüğünde kurutulma ihtimaliniz mi ?
Onun yanında tepeden tırnağa çiçeklerden papatya,yukarılardan bulut, aşağılardan deniz kesilirdim. Bilirsiniz, güzel hissederdim işte. Özellikle akşamüstüleri.
"söyleyeceklerim belki anlaşılmaz gelebilir ama " dedi, " güzelliğin bu derecesi içimde sevinçle birlikte bir acı duygusu yaratıyor. Belkide insan olmanın sınırlarının aşıldığını hissediyorum. Varoluşsal bir boşluğa düşüyorum. İnsan böyle birşeyi nasıl yaratabilir, nasıl yaratabilir? Tanrı'nın sesi bu!"