Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Ebrar

Reklam
“İrade” dedi Arkad. “Ne saçma. Sizce bir insan, irade gücüyle bir devenin taşıyamayacağı yükü taşıyabilir, bir öküzün yerinden kımıldatamayacağı bir ağırlığı çekebilir mi? İrade, insanın kendi kendine verdiği bir görevi yerine getirmekten kaçınmamak için kullandığı bir araçtır. Ne kadar küçük ya da önemsiz olursa olsun eğer kendime bir görev verirsem onu mutlaka yerine getiririm. Yoksa önemli şeyler yapmak konusunda kendime nasıl güvenebilirim? Kendi kendime, ‘Yüz gün boyunca her gün kente gitmek için geçtiğim köprünün üstünden bir çakıltaşı alıp suya atacağım’ dersem, yaparım. Yedinci gün unutup da geçersem, ‘yarın iki taş alıp atarım, aynı şey olur,’ demem.Onun yerine geri döner çakıltaşını suya atarım. Ya da yirmi gün sonra, ‘Arkad, bu iş anlamsız. Her gün bir çakıltaşı atmanın ne anlamı var ki. Bir avuç at, olsun bitsin,’ demem. Ne öyle derim ne de öyle yaparım. Kendime bir görev verdim mi onu tamamlarım. Bu nedenle, aylaklığı da sevdiğim için, pratik olmayan, güç işlere kalkışmam.”
Sayfa 25
"İnsandaki çocuk vicdanı, tohumdaki öz gibidir. Ve o öz olmadan tohum filizlenmez, gelişmez. Yeryüzünde bizi neler beklerse beklesin, insanoğlu doğdukça ve öldükçe, insanoğlu yaşadıkça, hak ve doğruluk denen şey de var olacaktır."
Sayfa 162Kitabı okudu

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
"İnanç, görünmeyene inanmaktır. Görünmeyene inanırsanız, başkalarının görmediklerini görürsünüz."
"Şiiri sözcüklerle sınırlamayın. Şiir, müzikte, fotoğrafta, bir yemeğin hazırlanışında, esin kaynağı olan herhangi bir şeyde olabilir. Günlük yaşantımızdaki hemen her şeyde olabilir; ama sıradan olmamalıdır."
Reklam
İçeride on ikisi de öfkeyle bağırıyor, on ikisi de birbirine benziyordu. Artık domuzların yüzlerine ne olduğu anlaşılmıştı. Dışarıdaki hayvanlar, bir domuzların yüzlerine, bir insanların yüzlerine bakıyor; ama onları birbirlerinden ayırt edemiyorlardı.
Sayfa 152Kitabı okudu
“Dışarıdan bakıldığında, kara deliğin içinde ne olduğunu bilemezsiniz. İçine televizyon setleri, elmas yüzükler hatta düşmanlarınızı atabilirsiniz ama kara deliğin tek hatırlayabildiği toplam kütlesi, dönme durumu ve elektrik yükü olacaktır. John Wheeler bu ilkeyi ‘kara deliğin saçı yoktur’ ifadesiyle anlatır.”
“Et, yaşamın kendisiydi. Yaşam, yaşam sayesinde devam ediyordu. Yiyenler ve yenilenler vardı. Yasa: YE YA DA YESİNLER idi. Yasanın açık bir şekilde formülünü çıkarmıyor, terimler uydurmuyor, üzerinde kafa yormuyordu. Yasayı aklından bile geçirmiyordu; onu kesinlikle düşünmüyor, sadece yaşıyordu.”
“Özenle yaratılmayan ve içinde dostluk barındırmayan hiçbir şey ölümsüz olamaz.”
Deborah’ın düşü, kış karanlığının çökmesiyle birlikte başladı. Bu karanlığın içinden yumruk olmuş kocaman bir el uzanıyordu. Kemikleriyle kasları arasında karanlık çukurlar olan, güçlü bir erkek eliydi bu. Yumruk açılıyor, upuzun avucunun içinde üç tane kömür parçasının olduğu görülüyordu. El, yavaş yavaş kapanıyor, yumruğun içinde korkunç bir basınç oluşuyordu. Bu basınç beyaz bir ısı yayıyor, ısı gitgide artıyordu. Çökertici, ezici bir zaman duyumu oluşuyordu. Deborah neredeyse dayanma noktasının ötesinde, bütün gövdesiyle kömürlerin acısını duyumsuyordu sanki. Sonunda ele, “Yeter! Buna bir son ver artık! Bu kadarına taş bile dayanamaz... taş bişe... !” diye bağırıyordu. Moleküllerden oluşmuş hiçbir şeyin dayanamayacağı kadar uzun gelen bir süreden sonra, yumruğun içinden kaynaklanan işkence hafifliyordu. Yumruk yavaş yavaş dönüyor ve ağır ağır açılıyordu. Üç elmas parçası. Kocaman avucun içinde, ışıltılar saçan üç tane saydam parlak elmas parçası duruyordu. Boğuk bir ses, “Deborah!”diye sesleniyor, sonra sevecen bir tonla, “Deborah, sen böyle olacaksın,”diyordu.
Sayfa 227Kitabı okudu