Jane Austen benim için ilk defa tanışılacak yazarlardan biriydi. Önyargılı yaklaşmadım. Gurur yapmadım. Teori patlaması yaşayan dersler arasında böylesine “genç hanımlar için yazılmış bir kitap” okumak bana iyi gelecekti. Geldi de.
İngiliz romancı Jane Austen'ın (1771-1817), hayatı anlatılırken nereye bakarsam bakayım sade ve gözlerden uzak bir yaşamdan bahsedilmiş. Acaba gerçekten öyle miydi? Bunu bilme şansımız artık olmasa da bu kadının aklında olup bitenlerin pek sade, yalın olduğunu söylemek zor. Böylesine iyi bir gözlemcinin eminim ki o renkli hayat sahibi kadınlardan bin kat daha keyifli ve maceralı bir iç dünyası olmuştur. Gurur ve Önyargı, Austen'ın ikinci romanı. Benim aklıma Anna Karenina ile Gurur ve Önyargı hep aynı anda düşerler, neden bilmem. Fakat şundan eminim ki, bu iki romanı okumadan, romanın ne demek olduğunu bilmek biraz zor, hatta epey zordur. Jane Austen aslında kendi yaşadığı çevreden yola çıkarak gördüklerini anlatıyor. Başarısının sırlarından biri de bu sanırım.
Ben bu kitabın Elizabeth'ini sevdim. Çünkü ben espri yeteneğine sahip kadınları ve erkekleri seviyorum. Mizah duygusuna sahip olmak, gülebilmek, güldürebilmek hep akıl işi. Ve bunu Elizabeth gibi yapabilenlere bayılıyorum. Mr.Darcy ile olan ilişkisi bundan güzel belki de. Sıradan bir kadın değl. Şimdi söylecek diye tahmin ettiğiniz cümlelerin hiçbiri ağzından çıkmıyor. Sizi şaşırtıyor. Bence Jane Austen'ın da kişiliği aşağı yukarı Elizabeth'e benziyordu. Kim bilir belki onun da kendine ait bir Mr.Darcy'si vardı. Kim bilir...