İnsan hem yapan hem bozan, hem seven hem kıran bir varlıktır. Bu çelişki kendisini ve diğer insanları anlayabilmesini güçleştiren en önemli etmenlerden biri olmuştur.
Tanrı'nın Yunus'a verdiği yanıt sembolik anlamıyla anlaşılmaktadır. Tanrı Yunus'a sevginin özünün, bir şey için harcanan 'emek' , 'bir şeyi büyütmek' olduğunu, sevgiyle emeğin ayrılamayacağını anlatır. Kişi, uğrunda emek harcadığı şeyleri sever ve kişi sevdiği şeyler için emek harcar.
Bu yaşıma kadar öğrendiğim en muazzam şey, tepkisiz kalabilmek. İnanılmaz kırılmış, şaşırmış ya da üzülmüş olsam bile her şeyin olabilirliğini, herkesin her şeyi yapabileceğini kabullenmek.
Bir Şaman'a sormuşlar;
"Zehir nedir?" diye.
"İhtiyacımızdan fazla olan her şey zehirdir!" demiş.
Bu güç de olabilir, tembellik de. Yiyecek, ego, hırs, ihtiras, kendini beğenmişlik, kıskançlık, korku, öfke, nefret, hatta iyi niyet bile...
Güz doğanın merhamet zamanıdır. Sana ölmekte olanlar için işleri düzene sokma şansı verir. Ve böylece, işleri düzene soktuğunuz zaman yapmanız gereken ama yapmamış olduğunuz her şeyi tasnif edersiniz. Hatırlama zamanıdır bu... Pişmanlık duyma ve yapmamış olduğunuz bazı şeyleri yapma zamanıdır. Söylememiş olduğunuz şeyleri söylemiş olma zamanı...
Görüyorsun Küçük Ağaç, öğrenmenin yapmaktan başka yolu yok. Senin buzağıyı almanı engelleseydim, her zaman bir buzağın olması gerektiğini düşünecektin. Sana satın almanı söyleseydim, öldüğü için beni suçlayacaktın. Yaşam içinde öğrenmek zorundasın.
Dünyada en çok çocuklara yakınlık duyuyorum. Onları seyrederken, bu küçük varlıkların ileride büyüdükleri zaman ihtiyaç duyacakları bütün faziletlerin ve yüceliklerin filizlerini gördükçe, inatçılıklarında, ilerideki karakter sağlamlığını, yaramazlıklarında zeka gücünü ve hayat uçurumlarını kolaylıkla geçecek yaradılışda oluşlarını, onlardaki herşeyin temiz ve bozulmamış olduğunu gördükçe, her zaman o büyük öğretmenin parlak sözlerini tekrarlarım. 'Siz de onlar gibi olabilseniz!'
Seninle bir şey konuşmak istiyorum. Böyle başlayan konuşmalardan hayatım boyunca endişe ettim. Bir şeylerin yaklaştığının habercisi olur bu kelimeler. Duymak istemeyeceğin şeylerin ayak sesleri. Kelimelerin de ayak sesleri vardır.
Ne bir şaşkınlık oldu ne de bir telaş, aynı haberi ikinci kez duymak gibiydi. Babam evvelden bir kere daha ölmüş müydü gerçekten, çok eskiden yurtta yalnız başıma yaşamayı kabullenmeye başladığım zamanlarda onu içimde öldürerek kendimce bir hayat mı kurmuştum, yoksa bu çocukça bir intikam alma isteği miydi, anne yokluğuna dayanabilmiş bir kalbin baba yokluğunun da üstesinden gelebileceğini mi düşünüyordum? Aileden birinin ölümüne bu kadar hissiz yaklaşmak, bu kadar kayıtsız kalmak bir çürüme belirtisi miydi?
Denize bakmanın insanın kalbini iyileştiren bir yanı var. Rüyada bile görsen böyle. Bir şeye başlamak için de, bitirmek için de iyi bir mahal burası. Deniz gören bir masa bulabilmek büyük bir şans bu hayatta. Ne kadar şanslı olduğumuzu düşünebiliyor musun?
Keşke bir karanlığın orta yerinde öylece unutulup kalsaydım. Beklenenden erken gelen misafir gibi kapıda beklerken ölüm, alelacele saçlarımı tarayıp güler yüzle buyur etseydim içeri. Oyalanmak için bir sebebim yoktu. Böylece hep genç kalsaydım, hep masum.
Anlamadığım tek bir şey var: Onun nefes alamadığını benim hissettiğim gibi hissettiğinde, bütün benliğimi kullanıp yaşatmak için boğuştuğum, savaştığım, elimde tutmak istediğim o ilk insan... Elimden gitgide hızlanarak, dakika dakika kayıp giderken ve alevlenmiş beynim o biricik kadını yaşatmak için hiçbir şey yapamazken... Nasıl... Nasıl... Böyle bir anda bir adam kendisi de ölmez, ertesi sabah uykudan kalkıp dişlerini fırçalar, kravatını takar ve yaşamına devam eder.
Hiçbir şey, yeryüzündeki hiçbir şey bir insanın çaresizliğini, yenilgisini, teslim oluşunu, yaşayan bir ölüye dönüşmesini bu hareketsizlik kadar sarsıcı bir şekilde anlatamaz.