"Bunu öğren, kafana iyice sok, kızım," dedi Nana. "Pusulanın hep kuzeyi gösteren ibresi gibi, bir erkeğin suçlayan parmağı da daima, mutlaka bir kadını gösterir. Her zaman. Bunu hiç unutma, Meryem."
Kendi ölümüne telaşsız gözlerle bakan İhsan, hainleri gözünü kırpmadan öldüren İhsan, yatağımın üstünden başını ellerinin içine aldı, birdenbire bir çocuk gibi ağladı.
Hiçbir şey söylemedim. Hayatımda ne daha önce, ne de daha sonra hiçbir şeyden kaçmayı böyle istememiştim. Yalnızca Jan'i yanıma alıp ikimiz tek bir çantayla,, herhangi bir yere kaçalım istedim.
"Hey, Bay Edgecombe," dedi. "Sence insan yaptığı hatalardan gerçekten pişmanlıktır duyar ve tövbe ederse, en mutlu günlerine geri dönüp sonsuza dek orada yaşayabilir mi? Cennet böyle midir?"
İçimde ona karşı tarifi imkânsız bir şefkat vardı. Yatağında nasıl uzandığını, nasıl ağır ağır nefes aldığını, saçlarının yastığa nasıl serildiğini tasavvur ediyor ve hayatta bu manzarayı görmekten daha büyük bir saadet olmayacağını düşünüyordum...
İnsan, yaşadığı yerlerde beraber bulunduğu insanlara görünmez ince tellerle bağlanırmış; ayrılık vaktinde bu bağlar gerilmeye, kopan keman telleri gibi acı sesler çıkarmaya başlar, her birinin gönlümüzden kopup ayrılması, bir ayrı sızı uyandırmış.
"Zümrüt aramak için her şeyini terk etmişti bu adam. Beş yıl boyunca bir ırmağın kıyısında çalışmış, dokuz yüz doksan dokuz bin dokuz yüz doksan dokuz taş kırmıştı, bir zümrüt parçası ararken.
İşte o anda vazgeçmeyi düşünmüş, oysa zümrüdünü bulması için bir taş, bir tek taş kalmıştı."
"Bu dünyada yaptıklarınızın hiçbir önemi yoktur" diye karşılık verdi arkadaşım,sert bir şekilde. " Önemli olan insanları yaptıklarına nasıl inandırabileceğindir."