Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
"Arkadaşların kazma sesleri sanki yüzeye iyice yaklaşmışlar gibi giderek daha da belirginleşiyordu. Bu taptaze sabah vaktinde, güneşin yakıcı ışıkları altında, toprak işte bu uğultuya gebeydi. İnsanlar bitiyordu topraktan; karıkların arasında ağır ağır filizlenen, gelecek yüzyılın hasadı için boy atan ve yakında toprağı çatlatacak olan, intikamcı, kapkara bir ordu yetişiyordu."
"...Kolera’da oturanlar akşamın olduğunu yoğurtçunun çan seslerinden anladılar. Ansızın şak diye yanan sokak lambaları, ezelden tersoların suratlarındaki hüznü silmek, lavukları mutlu etmek için rüzgârın yardımıyla yine titrek ışık oyunları yaptı..."
Reklam
Cehenneme Kışı Getiren Cesur Ölü Ah o kendi kendini hayattan çekenler yok mu Ne büyük saygı duyarım her birine Kendi kendinin celladı olup, intihar eden Bunu bir seçim hakkı olarak kullanan Varlıktan yokluğa geçenler
Var mı dünyada günah işlemeyen, söyle; Yaşanır mı hiç günah işlemeden, söyle; Bana kötü deyip kötülük edeceksen, Yüce Tanrı, ne farkın kalır benden, söyle . Ömer Hayyam I Kimi zaman, ağır ve iç karartıcı bir günün ardından inen Semerkant akşamında, işsiz güçsüz takımı baharat çarşısının yakınındaki çifte meyhane çıkmazında volta atmaya gelirdi. Amaçları güzel kokulu Soğd şarabının tadına bakmak değil, geleni gideni kollayıp çakırkeyif olmuş bir içkiciyi yakaladıkla­rında tepesine çullanmaktı. Kurban, toz toprağın içinde sürük­lenir, yemediği küfür kalmaz ve baştan çıkarıcı şarabın yüzün­deki yalazlanmasını sonsuza dek hatırlatacak cehennem ateşle­rinde yanması için beddualar edilirdi. Rubaiyat yazması, 1072′nin yaz aylarında yaşanan böyle bir olayın sonucunda doğacaktı. O sırada Ömer Hayyam yirmi dört yaşındaydı, Semerkant’a geleli çok olmamıştı.
"Karanlık bir umutsuzluğun tortusu, sık sık deri değiştiren bir yılan gibi, bütün bir gece boyu yüreğime çöreklenmeye çalıştı. Aynı anda hem üşüyerek hem de terleyerek açtım gözlerimi. Düşle gerçeğin kıyısında terk edilmiş bir sabah iskelesiydim. Ve yola çıkma saati olmalı, ama nereye? Buğular içindeydim. Kızgın taşlarıma değdikçe ağır ağır sise dönüşen gözyaşlarının çiyleriyle örtülü yüzüm. Deniz gövdemi yalıyordu ve ortalıkta kimse yok. Gene yapayalnızım."
Hiç olmazsa lüks bir lokantada yemek yemeden erkekle yatmayan sözde ağırbaşlı kadınlardan, onlarla gittiği bekar arkadaş evlerinden, garsoniyerlerden, garsoniyerlerin pis çarşaflı ve pis erkekle pis kadın kokan yataklarından, kırmızı apliklerle ve dergilerden kesilmiş çıplak kadın resimleriyle süslü duvarlarından, inanılmaz derecede kirli
Sayfa 180 - İletişim YayınlarıKitabı okudu
Reklam
Derdi ki; "İnsan hayatının normal amacı, dört mevsimde de, yani hayatın dört çağında da, fazla hoplayıp zıplamadan yaşamak ve son güne kadar, hayat kadehinin tek damlasını bile israf etmemektir. Ağır ağır yanan bir ateş; ne kadar şiirsel olursa olsun, şiddetli bir yangından daha iyidir." En sonunda da şunu eklerdi; " Bütün bu düşündüklerimi gerçekleştirebilirsem mutlu olacağım, fakat fazla umudum da yok. Çünkü bunu gerçekleştirebilmek çok zor bir iş."
Geçmişinin bu dönemini nadiren aklına getirirdi ama bunun, mayanın hamuru kabartması gibi içinde kabardığını fark ediyordu. Acı bir tecrübeyle zenginleşmiş, başka biri olmuştu. Öylesine karanlık, öylesine şiddetli bir manevi yanlızlık yaşamıştı ki, hafızasında silinmesi mümkün değildi. Adil oluşunda, sonraları hayırseverliğinde, nezaketinde daima hafif acı bir dip nota olacak, bir fakire yardım ettiğinde bir başkasının, "Nerede bende o kısmet" diye sitem etmesinden kuşkulanacaktı. Bunu hiçbir şey aşamıyordu; ağır bir ağı gibi bedeni yavaş yavaş zehirliyor ve ölümcül etkileri ancak aylar hatta yıllar sonra gözüküyor, kendi gözünde binlerce kez temize çıkarttığı eylemi, Mösyö Mitaine'in ruhunu kemiriyordu.
Sayfa 192Kitabı okudu
1.000 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.