"Böyle olduğun zaman ... Yani beni biraz korkuttun. Artık nor­ male döne bildin değil mi?" "Normal?" dedim, tuhaf bir şekilde başım dönüyordu. "Ben hiç normal olmadım, bunu bilmiyor musun? Ailemdeki hiç kimse, hiçbir zaman normal olmadı. Babam kesinlikle normal değil. Kim limonlar hakkında yazar? Annem de normal değildi.
ümitsizliğin resmi
İtimad-ı nefs. Kısaca, insanın kendine güvenip dayanması demek. Anlamı da olumsuz. Çünkü bir zamanlar, adına nefs de denilen kendilik'in gerçekte pek öyle güvenilecek dayanılacak bir şey olmadığına inanılırdı. İtimad-ı nefs'in bugünkü karşılığı ise özgüven. Ne garip değil mi, anlamı da olumlu, varlığı da. Özüne, yani kendine
Sayfa 105 - Kapı YayınlarıKitabı okudu
Reklam
Güneri Civaoğlu
Bir kez bile kimseden "...Okudun mu Güneri Cıvaoğlu... " diye başlayan bir söz duymadık. Hiçbir yazısı lehte veya aleyhte söz edilebilecek kadar yankı bulmayan gazeteci, tv yorumcusu Güneri Nadir Cıvaoğlu; kerameti kendinden veya patronlarından menkul bir isim. Nadir ismi, babasının babası olan saray doktorlarından Dr. Ahmet Nadir Paşa'dan geliyor. Türdeşleri içinde en çok ücret alanı olarak biliniyor. Antimedya, ayda 50.000 $ maaş (bu ücrete maaş mı denir bilemiyorum) aldığını yazmıştı. Katıksız bir İsrail yanlısı, ama O İsrail demez; orijinalinden söyler: İzrael der. Erol Aksoy adına Show Tv'yi kurarken basında bu kanalın İsrail yanlısı olduğu yolunda haberler çıkmıştı. Cıvaoğlu'nun mazlumlara karşı hep zalimlerin, ezilenin değil hep ezenin yanında olması değişmez özelliği ve bunu çok açıktan, kelimenin tam anlamıyla pervasızca yapar.
Utopya..
Haldun Taner şunları yazar: "Bir ada arıyorum. Rakamlardan uzak mı uzak. Para, pul, zarar konuşmak yasak. Bir ada ki bankeri yok, yüksek faizi yok. Tahvil, senet, karşılıksız bono, sertifika, çifte faiz bilinmez. O adada akıllılar yolunu bulup safdilleri sömürmez. Dargelirli her fırsatta okkanın altına gitmez. Dargelirli yok ki zaten, herkes eşit, tokgözlü. Tüketim hırsı yok edilmiş."
Sayfa 187
O, benden razı olsun, beni rahmetine kabul buyursun, geçici nimetlere değil ebedi kurtuluşa erdirsin, dualarıma icabet etsin, aradaki dünyalık adına şeyleri çıkarsın, Allah ile başbaşa kalmayı istesin ve sevsin.
Aristoteles züppeliğiyle tanınırdı. Antikçağ biyografi yazarı Diogenes Laertios'a göre, bilimsel felsefenin babası, zamanın modasına uygun bir konuşma tarzıyla hafif peltek konuşur, yine modaya uygun şık giysi ve aksesuarlar kullanırdı. Makedonyalı asillerle bağları da düşünülecek olursa, refah içinde yaşayan ve iyi yaşamasını seven biri olduğu izlenimi doğuyor. Bunun tarihsel bir önemi var: Aristoteles'in kendisinin de belirttiği gibi felsefe, büyük, zengin şehirlerde doğmuş ve eğitimli, üst sınıf mensuplarının sohbet ederek ve yazarak hoşça vakit geçirmsini sağlamıştır. Ne var ki, Aristoteles'in okulu, Makedonya sarayında, Atina'nın Kerameikos gibi prestijli bir bölgesinde ya da kalabalık pazaryeri agora'da değildi. Filozof meşhur derslerini bir parkta veriyordu. Aristoteles'in okulu Lyceum, ismini filozofun binalarını kiraladığı gölgeli koruluktan almıştı. Şehir surlarının doğusunda yer alan Lyceum, Zeus'un "kurt tanrı" oğlu Apollo, Lyceus'a adanmıştı. İçinde yürüyüş ve koşu parkurları, soyunma odaları, güreş okulları, tapınaklar ve stoa, yani güneş ve yağmurdan korunmak için sütunlu bir galeri vardı. Askeri geçit törenleri ve dinî ayinler burada yapılıyordu. Spor, din, politika ve felsefe gibi her türlü amaca hizmet eden bir alandı. Aristoteles öğrencilerine derslerini peripatoi, yani kemer altında gezinirken anlatıyordu; Aristoteles okulu öğrencilerinin adı olan "peripatetik" de buradan gelmektedir. Aristoteles okulu ayrıca ilk botanik bahçesine ev sahipliği yapmıştır.
Reklam
Çeşme/ Fontaine / 1917 / Marcel Duchamp
«1917 yılında New York “Grande Central Gallery’de Bağımsız Sanatçılar Topluluğu bir sergi açmaya karar verdiler. Bu sergiye 6 dolar yatıran her sanatçının eseri kabul edilecekti. Duchamp da o sergideydi düzenleyen kurulun içerisinde yer alıyordu. Duchamp, bir armatür firmasından aldığı porselen pisuvarı R. Mutt rumuzuyla (takma adıyla) sergiye
Sayfa 170
Ama ilaç fiziksel ve ruhsal yaşamımı da etkiliyordu. Almak zorunda olduğum doz sık sık mide bulantısına ve kusmalara yol açıyordu. Çoğu kez St. Andrews pelerinime sarınıp, başımın altına bir yastık alıp banyoda yerde yatıyordum. Vücudun tuz düzeyinde ya da gıda rejiminde, hormonlarda meydana gelen değişimler yüzünden kanımdaki lityum düzeyi de aşırı yükselebiliyordu. Hatırlamak istemediğim kadar çok sayıda hem de konferans salonlarından lokantalara, bir keresinde Londra'daki Ulusal Galeri'ye kadar pek çok halka açık yerde kusma olayları yaşadım, yerin dibine geçtim. (Bütün bunlar, ilerde zaman-ayarlamalı bir lityum türüne geçtikten sonra düzeldi.)
Sayfa 96
Akdeniz, yağmurdan kaçırılmış, ancak üzerin­deki tek bir satırı bile okunamayan bir kağıt parçası gibi. Zaman gittikçe küçültecek onu ve bu çağın yı­kımından kurtulmak için ona sığındığımızda şifre­lerden örülmüş bir dil kullanmak durumunda kala­cağız. Bir aynanın, işlevini ancak başka bir aynanın görüntüsünü yansıtarak yerine getirebildiği böylesi bir labirentte yüzünü yitirmiş olmanın suçluluğu.. Hiçbir şey bu kadar acı olamaz. Anlatımlar degil, yalnızca kalıplar, biçimler var burada. Dondurul­muş gülüşlerin sergilendiği bir tür galeri. Belki de yüzümü bu örneklerin hiçbirine uyduramadığım için durup durup çıglıgı basıyorum. Ben kimi söz­cüklerin bile içierinin samanla doldurulup müzelere kaldırıldığını gördüm. Soyu tükenmiş kuşlar gibi.. Onlar da bir zamanlar gökyüzünü boydan boya sil­mek ister gibi kanat çırparlardı, düşecek olsak kök gibi ayaklanmızın altına akarlardı. Bana her şeyin değiştiğinden, değişmesi gerektiğinden söz ediyorlar. Benim gördüğüm yalnızca bir değişim oysa, yenile­nen hiçbir şey yok! Suların kayalara çarptığı yerlerden kıvılcımlar saçılıyor sanki. Bunun günışığına bir katkısı vardır. Bir yılan, çalılıkların dibinde güneşleniyor. Taşların bilinci yok! Şu an bir çakıltaşını elime alıp, suda kaydırabilirim, her şey benim istencime bağlı. Ama bana verilen bu hakkı bunca kötüye mi kullanma­lıydım?
Sayfa 126Kitabı okudu
Oğuz töresine göre, Türkmen yani Oğuzlardan başka on Türk kavmi vardı: Uygur, Kıpçak, Kalaç, Kanıklı, Karluk, Agaceri, Çiğil, Argu, Tağma, Tahis. Türkmenlerin Oğuz Han’dan başlayan 24’lü boy teşkilâtı bu kavimlerde yoktu. Türkmenler çok muntazam olan bu teşkilâtları sayesinde öteki kavimleri kaç defa idareleri altına almış ve imparatorluklar kurmuşlardı.
Sayfa 584 - Türkiye İş Bankası Kültür YayınlarıKitabı okudu
57 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.