Bugün anneler günüdür!
Anne demek şefkat demektir.
Anne demek evladın ağrıyan acısı demektir;
Anne demek yasaklanmış bir halkın dili demektir,
Anne demek cumartesi de kaybı olan evlat için gözyaşı demektir,
Anne demek medeniyet demektir,
Anne demek bir dünya demektir...
“Kitabın dili ve akışı gerçekten çok kolaydı sayfaları aktı ve ben bir günde bitirdim. Ancak dili bana gerçekten çok basit geldi ve ben konunun, hikayenin içine bir türlü giremedim. Okuyun demem ama okumayın da demem tam olarak böyle bir kitaptı. Kitap miras yedi bir adamın ailesinin maddiyatını yok etmesi ve ardından Çin’deki rejim değişiklikleriyle halkın yaşadığı zorlukları anlatıyor. Merak edenler deneyebilir.”
"Şunu demiştim; İttihat Terakki'nin, Cumhuriyetin kuruluşunda nasıl bir hat izlediğini, yol izlediğini belirtmeye çalışmıştım. Kurtuluş savaşı başladığında Anadolu halkının, özellikle Anadolu'daki müslüman halkların desteğini alabilmek için İttihat Terakki yöneticileri sosyalizm, faşizm, Müslümanlık arasında gelgit yaşıyorlardı. Sağlıklı bir ideolojiye sahip değillerdi. Türkçülüğü de tartışıyorlardı. Rusya'da 17 Ekim Devriminin etkisiyle sosyalizmi de tartışıyorlardı. Hakeza Avrupa'da gelişmeye başlayan milliyetçilik akımı, giderek yükselen faşizmi de tartışıyorlardı. Fakat en nihayetinde Anadolu toprakları, o dönem itibariyle neredeyse 1300 yıllık İslam medeniyetiyle yoğrulduğu için; halkın kültürü, inancı, yaşam tarzı, dili, söylemi daha çok İslam medeniyetinin etkisiyle şekillendiğinden, Kurtuluş Savaşı'nın öncüleri halka giderken halkı ürkütmemek, yanlarına çekmek adına İslâmî söylem kullanmayı, muhafazakar bir dil kullanmayı bir taktik olarak benimsemişlerdi. Bunu inanarak, bilerek yapmadıklarını o dönemki Yazışmalarından, kendi aralarındaki mektuplaşmalardan, telgraflardan anlıyoruz."
Merhaba kitap sever dostlar. Bugün sizlere @kafkayayinevi den çıkan #ölüleridefnetmek kitabı ile geldim. Latin Amerika'nın cesur sesi Karina Sainz Borgo'nun dokunaklı, heyecan verici ilk romanı, bildiğimiz dünyanın ne kadar çabuk parçalanabileceğinin tüyler ürpertici bir hatırlatıcısı.
Adelaida'nın annesinin cenazesi karşılıyor bizi ilk sayfalarda. Cenazeden sonra yaşarken ölmüş bir vaziyette araca binmek için giderken birinin ona mezarlıklarda ki soygundan bahsetmesi ile ürperdi ve korkuyla annesinin mezarına baktı. Ve ağlamaya başladı. Annesi ve kendisi için. Artık tek kişilik bir aileydi.
Parçalanmış hayatını parçalanmış bir dünya da tek başına yaşamak zorundaydı. Her sokakta, her evde ölüm vardı.
Şehre ölü yağıyordu. Aynen öyle, metafor olmaksızın, her yere ölü yağıyordu. Peki Adelaida içinde bulunduğu şartlarda ne kadar ileri gidebilecekti?
Kitap Venezüela'nın devrim ve darbe döneminde halkın yaşamış olduğu ağır şartları anlatıyor. Dünyanın ne kadar çabuk parçalanabileceğini, insanların acımasızlığını okurken ruh haliniz de büyük dalgalanmalar yaşatıyor. Kime yerde nefes almakta zorlanırken kini yerde kalbinizin ağrıdığını hissediyorsunuz.
Dili biraz ağır olsa da içinde azıcık kasvetli bir hava olsa da vazgeçmeden devam edin derim. Son zamanların en iyi kitabını kesinlikle okumalısınız.
Kitapla ve sevgiyle kalın.
Oscar wilde genel olarak çok sevdiğim bir yazar. Dorian Gray in portresi hala hafızamda harika tatları duran bir eserdir mesela. Kutuphanemde bu kitabının olmadığını farkedip hemen alıp okudum.
Kitap harika başladı, sosyalizm ve halkın sosyolojik yapısıyla uyumunu harika bir şekilde inceliyordu ki, birden sıkıcı bir hal almaya başladı kitap. Halkın hayatını etkileyen, sanat, edebiyat gibi konulara girdi ve niyeyse birden dili sıkıcı olmaya başladı. Bir oyuncu, yazar ya da senarist olsam belki hoşuma giderdi ama içinde çok teknik terim bulundurması da sıktı beni açıkçası.
Kitap son sayfalara girerken kendini toparladı ama netice itibariyle benim için çok iyi kitaplar sınıfına giremedi.
Her ne kadar dinimiz Cuma namazının cemaatle kılınmasını bir vazife ve başka namazların da yine cemaatle kılınmasını sevap saymışsa da, bugün bu emirlere itaat eden müminler ve beş vakit namaz kılanlar bile az kalmıştır. Bu suretle, her ne kadar biz görünüşte mutaassıp sayılıyorsak da, gerçekte din bizde çökmüştür ve artık ruhlarda ve kalplerde yaşamıyor, heyecan uyandırmıyor. Dini bu hale getiren ve camileri boşaltan, yine din emrini düzenlemek iddiasında bulunarak insanın ruh halinden tamamıyla habersiz olanlardır. Bunlar takdir edemiyorlar ki, insanları bir araya çeken başlıca amil, ya düşüncedir veya duygu. Halbuki düşünce ve duygu tamamıyla camiden kovulmuşlardır. Hutbe ve vaazlarımız, yüzyıllardan beri tekrarlanan ve halkça dili anlaşılmayan bilmecelerden ibaret, aynı nakarattır. Halkın manevi ve maddi ıstırap ve endişelerinin hiç birisini tatmin edecek mahiyette değildir. Ne zamanın ihtiyaçlarını giderir, ne meselelerini halleder, ne de insanda ebedi olarak
yaşayan yüksek fikir ve ahlak ihtiyaçlarını tatmin eyler. Hutbeler, genellikle
dinleyenlerin binde biri tarafından anlaşılmaz.
Suç kralı diye anılan bir mahkûm ile onun başarılı avukatının imkânsız diyebileceğiniz hikayesini okumaya hazır mısınız? Ama şunu unutmayın ki bu yolda imkânsızlıklar imkân dahilinde. BL ise bizi tek bir amaca doğru götürüyor. Özgürlüğümüze... :)
*
KİTAP ARKASI YAZISI
Sene 2027.
Ülkede artık yasalar değil, Krallık’ın koyduğu kurallar
Yaşar Kemal
Tek kanatlı bir kuş ismini okuduğumda çok farklı tahminlerde bulunmuştum kendi kendime. Bu kitabı kütüphane de gördüm ve Yaşar Kemal gibi bir Usta'dan bu kısacık ama içi dopdolu olan romanı hemen okumak istedim. Başlar başlamaz beni içine çekti çünkü akıcı dili, gündelik sohbeti, karmaşık olmayan anlatışı var. Bu yazarın İnce Mehmet kitabını okuduktan sonra zaten bütün romanlarını okumak isticeksiniz. Bu kitap ta da uydurmasyon olan bir dedikodunun aslında koskoca bir köyü nasıl korkuttuğunu o korku sonucunda halkın nasıl da görmeden duymadan direkt endişeyle hayatını devam ettirdiklerini anlatıyor. Ben biraz Türkiye hakkında gönderme olarak düşündüm Yaşar Kemal çok güzel bir şekilde anlatmış bence halkımızın galeyana gelmemesi gerektiğini araştırıp, okuyup, anlayıp, korkmadan öyle yaşaması gerektiğini.
Posta müdürünün başka bir köye atandıktan sonra ki başına gelenleri çok kısa bir şekilde Yaşar Kemal in elinden okumanızı tavsiye ediyorum.
İyi okumalar:)
l Şair ve öykü yazarı olan Sabahattin Ali'nin 1937 yılında kaleme aldığı ve yayımladığı ilk romanıdır. Aynı zamanda eserdeki Yusuf edebiyatımızın ilk romantik kahramanı olarak görülür. Yazar, eserini 1931'de, Aydın Cezaevi'nde yatarken tanıştığı Yusuf'un yaşadığı olaylardan yola çıkarak kaleme almıştır. En başta üç cilt olarak
Çoğu zaman ne anlattığımızdan çok Nasıl anlattığımız daha dikkat çekici, daha kıymetli olabiliyor dolayısıyla Diksiyon,beden dili ve hitabet başlıklarının üzerine gidilmesi gereken birer konu olduğu son derece aşikâr.
Doğuştan birer spiker olarak doğmuyoruz, belki doğuştan gelen bir takım konuşma güçlüklerimiz var, fakat ne kadar doğuştan gelen
Komprodor:
doğrudan doğruya yerli halkın içinden seçilmiş,dini,dili ve kültürü değiştirilmiş, yani kültürsüzleştirilmiş bir adamın,hakim ülkeye tabi bir insan olarak kullanılması anlamına geliyor
Eğer Osmanlıca; Arapça, Farsça ve Türkçe karışımı ve sadece Saray çevresine ait bir dil ise, sanat dili olarak tercihlerim arasında olabilir fakat konuşma dilim olamaz, diye düşünüyorum.. Şâyet Osmanlıca; 7 asırlık atalarım tarihinde, halkın da yazıp konuştuğu bir dil ise, fikrimin ince gülü Türkçe'm gibi, benim de öz dilimdir demekten çekinmem...
En sevdiğim Elif Şafak kitaplarından biri oldu diyebilirim, belki
Aşk ' tan sonra.
Yine çok güzel bir aşk hikayesi; onu çevreleyen ise tarihi bir zamanda ve çok güzel bir ada olan Kıbrıs'ımızda geçmesi. Malum çatışmaların, kimlik sorunlarının yaşandığı küçük bir yerde; tarihi ayrıştırmalara, birçok ülkenin siyasi zorbalıklarına maruz kalan 2 halkın birlikte yaşamaya çalıştığı, zaman zaman birbirlerine aşık olduğu ama bunu ailelerine kabul ettiremediği ve bu gerçekle yaşamak zorunda kalmaları ama yaşanılan zamanın baskısından, koşullarından dolayı da başka çarelerinin kalmadığı birçok hayat hikayesini duymuşuzdur. Nasıl duymayalım ki. Kitabımızın konusu da aslında bu tanıdık hikayelerden biri; ama Şafak hikayeyi o kadar güzel o kadar güzel işlemiş ki yine biz okuyucuları kendisine hayran bıraktı. Dili gerçekten çok iyi kullanıyor, kurduğu cümleleri okudukça büyüleniyorsunuz, etkisi altında dakikalarca kalıyorsunuz. Kesinlikle çok başarılı bir kitaptı. İyi okumalar dilerim...
Aygır Fatma, ilk kez 1936 yılında Son Posta gazetesinde tefrika edilmiş bir roman. Dili oldukça anlaşılır olmakla birlikte yazarın zaman zaman kullandığı sokak ağzı, argo ifadeler romana renk katmış. Osman Cemal Kaygılı, belki döneminin belli başlı yazarları kadar sükse yapmamış fakat kendisinin çok iyi bir gözlemci olduğunu yazdıklarından