Biri bana sakin desin ortalık fena karışık
Biri beni dinlesin
Anlasın biri beni
Biri gözlerime baksın
Ortalık fena karışık.
Ayın boynu bükük, neden?
Neden bulanık hep suyum?
Biriniz şarap getirin, yakarım yoksa ağaçları
Su serpin, tuz dökün, bakın her yerim kanıyor
Ne deseler kanıyorum, sahi ben aptal mıyım?
Bütün seyyar satıcılara yanaşasım
Viki birden ellerini kavuşturup, başını öne eğdi ve dua etmeye başladı. Onun dua ettiğini gören Ali Osman birkaç adım geri çekilerek bekledi. Küçük bir köy mezarlığında, son derece gösterişsiz ikiz mezarların başında iki genç insan ölülerini saygıyla andılar. Duası bitince yağmurluğunun cebinden topraktan yapılmış ince bir Maori heykelciği
"Hakkı olan veya olmayan herkesin yararlandığı kaynak" anlamında kullanılan bir söz. (TDK)
Börek ustası Hasan Kılıç’ın börekleri o kadar nefis, öyle lezzetli olurmuş ki daha seyyar arabasıyla Karamürsel -Kocaeli'nin ilçesi- sokaklarına çıktığı anda, ilçe halkı arabanın başına toplanır, börekleri adeta yağmalarcasına kapışırmış. İşte bu nedenle böreğin adı "Yağma Hasan’ın Böreği" olarak kalmış. Adı ve lezzeti hâlâ yaşatılan Yağma Hasan Böreği, bugün markanın üçüncü kuşak temsilcisi Ali Nail Erol’e emanet.
1937 yılında dedesinin başladığı işi dayısı Halil Kılıç’tan devralan ve Yağma Hasan Böreği’ni tam 25 yıldır işleten Ali Nail Erol, böreğinin sırrını şöyle açıklıyor: “Dedem böreğin hamurunu ipek gibi incecik açarmış, bu nedenle börek çok lezzetli oluyormuş. Tezgâha düştüğü an insanlar yağmalarcasına kapış kapış alıyorlarmış. Sonra dedemin arabasına "Yağma Hasan’ın Böreği" yazmışlar, dükkân açılınca da aynı isimle yoluna devam etmiş. Biz de bu tarife uygun olarak incecik açıyoruz böreğin hamurunu.
Yazar günümüzde olan olayları bir Aile üzerinden o kadar güzel anlatmışki Güldiyar ın bir gün babasına yemek gotürüyor dönüş yolunda ne yaşadıysa bilinmiyor ve derin bir sessizliğe bürünmesi ve ardından gözyaşlarının taşa dönusşmesi ve toplumun çare arama yerine evi türbeye çevirmeleri ve olayı fırsat bilen karanlık insanların aileyi kullanmaları polisin olaya müdahale etme yerine suçsuz kendi halinde simitçiye ve seyyar satıcılara sataşması asıl suçluların polisi rüşvet vererek ordan uzaktır ma çabaları annenin üzüntüden ölmesi babanın çaresizliği ve insanların olaya bakış açılarının çok farklı yönlere çekilmeleri olayların hakiminin karanlık insansanların ellerinde biten bir hayat duyarsız bir toplum insanların kör kuyularda boğulmaları ve el uzatan olmaması sadece seyir bana göre günümüzde aynı
Beni Kör KuyulardaHasan Ali Toptaş · Everest Yayınları · 202010,2bin okunma
Sernameyê name, namê Ellah
Bê namê wî natemam e wellah
Ey metle`ê husnê `işqibazî
Mehbûbê heqîqî û mecazî
Namê te ye lewhê nameya `işq
ismê te ye neqşê xameya `işq
Kimi başında taçla doğar, kimi elinde kılıçla.. Ben kalemle doğmuşum. Insanlar kıyıcıydılar, kitaplara kaçtım. Kelimelerle munisleştirmek istedim düşman bir dünyayı. Şiirle başladım edebiyata, cıvıldıyan bir kuş kadar rahattım yazarken, kulaklarımda bir ses uğulduyordu, etrafımdakilerin duymadığı bir ses. Ve defterler kendiliğinden doluyordu.
Bir gün Kadıköyü'nden Yeldeğirmeni'ne doğru giderlerken, o zamanın en yüksek -beş katlı- apartmanlarından birinin en üst katından bir kadın, ipe bağlı bir sepete seyyâr sebzecinin doldurduğu nevâleyi yukarı çekiyormuş. Bunu gören Ali Rıza Bey: "Biz târihte mâide'nin gökten indiğini okumuştuk. Şimdi iş tersine dönmüş, erzak yerden gök'e çıkıyor." demiş.
Ayın boynu bükük, neden?
Neden bulanık hep suyum?
Sevmiyor işte beni, biriniz de anlayın
Biriniz şarap getirin, yakarım yoksa ağaçları
Su serpin, tuz dökün, bakın her yerim kanıyor
Ne deseler kanıyorum, sahi ben aptal mıyım?
Bütün seyyar satıcılara yanaşasım geliyor
Yancı bir kederdeyim bütün imkanlarım sakat
Biri bana he desin
Hak versin biri bana
Hak versin geberiyorum
Biri tez şarap getirsin
Şirintepe parkındayım
Ağır ve ağrılıyım, inanmıyorsanız bakın
Şeritte büfe ayaklarını keserken ve bu ceviz ayaklara lifteyle, çeşitli iskarpilelerle arslan pençesi motiflerini oyarken, bombeli kapaklara içindeki porselen ve kristal taklidi takımları kalabalıkmış gibi göstersin diye dilimli kenarları tıraşlanmış camları dizerken, kaplamalarını sistire yapıp zımparalarken hep bu Edebali büyüğümüzü düşündüm.
İyi geldi.
Çünkü onu düşünürken içerilerde bir yerlerde sakladığım dünya dertlerini tanrıyla hesaplaşmak için binlerce köleyi kırbaçla çalıştırıp Babil Kulesi'ni yaptıran Nabukadnezar'ın sırtına yüklemek kolayıma geliyordu. Çünkü atölyenin karşısındaki Tahmisçi Tahsin'in o küçücük gövdesiyle tunç kahve tokmağını saatlerce taş dibeğe vururken çıkardığı ses bana nedense Nabukadnezar'ı hatırlatıyordu.
Tarih kitaplarını da.
Cumhuriyet Caddesi'ndeki seyyar kitapçı Nurullah'ı. Muhammed Hanefi, Hazret-i Ali Cenklerini. Kan Kalesi'ni. Hayber Kalesi'ni.
Hatta Kerem ile Aslı, Yusuf ile Züleyha, Şahmaran hikâyelerini.
Ne tuhaftı şu dünya!