Kamil, Arabistanlı Lawrence'ı Arapların aradaki gri ve orta tonları fark etmeyerek her şeyi siyah ve beyaz olarak değerlendirdikleri tezini benimsedi. Dolayısıyla Şam'da yaptığı görüşmelerde sapmalar olmadan tutarlı ve doğrudan bir tutum benimsedi. İsrail karşıtı bir Suriyeli gibi davranıyordu. Suriye ordusunun artırılması ve İsrail sınırına ordunun yerleşmesi ve güçlenmesi önemliydi. Bununla birlikte Arjantin'deyken Baas Partisini açıkça desteklemesine rağmen, Partinin Suriye iktidarını ele geçirmede başarısız olmasın -dan dolayı partiyi desteklemeyi bıraktı.
İngiliz casusu Arabistanlı Lawrence, komutasındaki asi Araplarla ele geçirdiği bir köyde dolaşırken yerde yatan altı kişilik ailenin cesetlerini görmüş, daha ileride bulunan yıkıntı halindeki eve yöneldiğinde duvarın üzerinde sarkan kırmızı ve beyaz renkli cisim dikkatini çekmişti. Daha da yaklaştığında bunun duvardan aşağı sarkan bir kadın cesedi olduğunu fark etmiş, testere ağızlı bir kasatura tarafından duvara mıhlanan kadın cesedinin önünde durarak beraberindeki asi Araplara, "Yapacağınız en iyi şey bana getirebileceğiniz kadar Türk ölüsü getirmektir!" demişti.
İngilizlerin Irak'taki varlığına ilişkin en iyi sözler Arabistanlı Lawrence'a aittir: Türkler 1914'ten önce yerli 14.000 askerlik bir ordu ve yılda 90 idamla barışı tesis edebilmişken, neden 200.000 askerlik, tankları ve zehirli gazları olan bir ordu her kesin herkese karşı ayaklandığı bir isyanı bastıramadı? Bu soruya hiçbir zaman tatmin edici bir cevap verilemedi. İngilizler daha 1913 yılında Basra'da konuşlanmışlardı ve Kuveyt üzerinde gayrı resmi bir egemenliğe sahiplerdi. I.Dünya Savaşı'nda Mezopotamya'yı işgal ettiler, ancak böylesi bir iklimde savaşmanın zorluklarından ötürü bir süre durduruldular (o zamanlar askeri otoriteler fazla harcama yapmama telaşındaydı ve pencerelere sineklik tel taktırmaktan bile kaçınıyorlardı).
İngilizlerin planı Arap milliyetçiliğini destekleyerek Osmanlı İmparatorluğunda istikrarsızlığa sebep olmaktı; böylesi bir durumda Hindistan'daki İngiliz valisinin otoritesi Halifece desteklenmiş olacaktı zira yeni Halife adayı dönemin Mekke Şerifi Hüseyin'di -İngilizler Hüseyin'e 5 milyon Sterlin tutarında altın gönderdi (bu altınların çoğu iltica eden kabilelere dağıtılmıştı). Osmanlı İmparatorluğu 1517 yılında Mısır'ın fethiyle Halifeliği ele geçirmişti ve İngilizler yumuşak başlı bir kişilik vasıtasıyla bu unvanı yeniden ele geçirmenin Araplar tarafından epeyce destekleneceğine inanıyorlardı. Türklere karşı Arap isyanlarını desteklediler, Arabistanlı Lawrence da bu görevi memnuniyetle karşıladı. Derken bütün bunların bir hayal olduğu ortaya çıktı (sonradan bu hikaye, tıpkı Cesur Yürek gibi içi boş bir tarihi anlatıyla çekilmiş meşhur bir filmin konusu olmuştur). Aslına bakılırsa çok az sayıda Arap subayı Osmanlı ordusunu terk etmişti. Hatta bir çoğu savaşın ardından Türklerin bağımsızlık mücadelesine bile katıldı. İngilizlerin Pan-Arabizmi karşısındaki büyük engellerden biri, savaş zamanındaki müttefikleri Fransa'ya belli bir imtiyaz verme zorunluluğuydu. Fransızlar Lübnan'da düzenlerini kurmuş, şimdi gözleri Suriye'ye çevrilmişti.
Türkiye iki büklüm yaşlı bir adam olarak görülse de, İngilizler Türklerin kafasını -İstanbul'u- uçuramadıktan, kalbine -İskenderun'a- darbeyi indiremedikten sonra, şimdi Türkiye'yi, bir pitonun çöl boyunca kendi sonsuz uzunluğunu sürüklemesi gibi, ayaklarından başlayarak yukarıya doğru yutmayı kabullenmişti. bununla beraber, Türk gücünün Lawrence ve Arapların tacizleri sonucu yaygın bir biçimde bozguna uğraması, sindirmenin zorluğunu azaltmıştı."
hdfilmcehennemi.life/hd-queen-of-the...
Dünya medya imparatoru Rupert Murdoch, Ankara'ya geldi, Tayyip Erdoğan'la baş başa görüştü, hatıra olarak da John Philby'nin kitabını hediye etti.
Rupert Murdoch... 1915'te Avustralya başbakanına Çanakkale'den gizlice mektup yazan, cephedeki İngiliz
1912-1918 yılları arasında Filistin ve Suriyede subay olarak görev yapan Selahattin Günay’ın anılarını yazdığı kitap, o dönemde bölgedeki insanların davranışları ve dönemin olayları ile ilgili birinci ağızdan bilgiler içeriyor. Özellikle Arapların Türklere bakış açılarının nasıl önyargılı olduğu ve yanlış tanıdıkları anlaşılıyor. Hatıra sahibi bölgede Osmanlı hakimiyetinin devamı için elinden geleni yapıyor. Beni şaşırtan kısım ise kitabin sonunda Lawrence'i yakaladığını anlatır bunu Lawrenceda "Bilgeligin yedi sütünü" kitabında doğrular hatta kitapta Selahattin Günay'a iftira atar. İskence yaptığını söyler. Bu olay ayrıca 1960larda çekilen "Arabistanli Lawrence" filminde yansıtilmıştır izlemek isteyenler için linki aşağıda bırakıyorum
youtu.be/kLXB55ATiDA
Anı kitaplarından hoşlananlar için tavsiye edilebilir...Sadece okurken biraz zorlanabilirsiniz eski Türkçe çok terim
Türkler Medine'deki garnizonlarından erzak ve silahları yetersiz olan Araplara karşı hızla hücuma geçti. İngilizlerin top ve makineli tüfekleriyle desteklenen Araplar, Türklere karşı gerilla saldırıları düzenleyerek onları Medine'ye çekilmeye zorladı. Akabinde Araplar 1916 sonlarında şehri kuşattı. Hüseyin, oğlu Emir Faysal komutası altındaki bir orduyu Kızıldeniz boyunca kuzeye göndererek önemli bir şehir olan El Vecih'i ele geçirdi. Araplar bu noktadan Türklerin elindeki Kuzey Arabistan'a akınlar düzenleyebilir ve Filistin'deki Britanya teşebbüslerine yardımcı olabilirdi. Filizlenen Arap askerî çabalarının önemini kavrayan İngilizler, Faysal'in ordusuna bir irtibat subayı gönderdi. T. E. Lawrence adındaki bu subay, "Arabistanlı Lawrence" adıyla nam salacaktı.
"…Araplar hiçbir zaman bir bayrak altında toplanamayacaklar ve tek bir devlet kuramayacaklardır. Onlar için en mükemmel idare Türk idaresidir. Biz kendi menfaatlerimiz icabı olarak ihtiyarlamış ve değişen şartlara uyum sağlayamamış olan bu idareyi yıkacağız ve istediğimizi elde edeceğiz, fakat hiçbir zaman Türkler'in yerini alamayacağız. Bu yer ebediyen boş kalacaktır!"
Arapların, 1916’daki isyanları tam bastırılmak üzereydi ki bölgeye bir İngiliz geldi… Arabistanlı Lawrence olarak da bilinen Thomas Edward Lawrence, Arapları bağımsızlığa götüren isyanı tüm çıplaklığıyla Çölde İsyan’da anlatıyor...”
1919'da toplanan Versailles konferansında, kulislerde koşuşturan çok sayıda ziyaretçi arasında iki simgesel şahsiyet vardı; biri Arap ulusal hareketini, diğeri de Yahudi ulusal hareketini temsil ediyordu. İlki, Hâşîmî Mekke emirinin oğlu, geleceğin kısa süreli Suriye kralı ve müstakbel Irak kralı Prens Faysal'dı, yanında da ünlü danışmanı Arabistanlı Lawrence vardı; ikincisi ise Rus Çarlığı'nda doğup İngiltere'ye göç etmiş ve otuz yıl sonra İsrail devletinin ilk cumhurbaşkanı olacak Siyonist lider Haim Weizmann'dı. (1/2)
Sayfa 85 - YKY Yapı Kredi Yayınları, Deneme, Çeviren: Ali Berktay, Mart 2019, 5. Baskı Mart 2020Kitabı okudu
Muhammed bin Suud günümüzde Suudi Arabistan olan topraklarda bağımsız bir teokrasi kurmak için 1744'te geleneksel Sünni lider Muhammed bin Abdülvehhab ile bir araya geldi (Abdülvehhab'ın ailesi günümüzde hâlâ Suudilerle ittifak hâlindedir; biri politikayla ilgilenirken diğeri dini idare etmektedir). Teori olarak Osmanlı İmparatorluğu'nun parçasıydı (o dönem Rusya'yla savaştıktan sonra kötü durumdaydı). Türkler 1818'de bölgeyi geri aldı ama o durumda bile Suudiler hızla yeni bir devlet kurdu. Rakip bir kavim olan Osmanlı yandaşı Reşidiler, Suudileri 1891'de sürgüne göndererek büyük bir savaşa neden oldular; Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlı İmparatorluğu'nu karıştırmayı amaçlayan İngilizler (bilhassa Arabistanlı Lawrence) rakiplerini yenmeleri için Suudilere yardım etti. Kral Abdülaziz Suudi Arabistan'ı birleştirdi ve 1932'de resmî krallık ilan etti. İran ve Bahreyn'de büyük petrol rezervleri bulunmasından sonra, Abdülaziz haklar konusunda müzakereler yaptı ve (ABD şirketi) Standard Oil 1938'de petrol çıkarmaya başladı. Petrol zenginliği ve İslam'ın kutsal şehirleri Mekke ve Medine'ye sahip olması bu aileyi Arap dünyasının temel taşı yaptı.
İmparatorluklar tarafından yayılan kültürel fikirler nadiren yönetici seçkinlerin uydurmasıdır. İmparatorluğun vizyonu evrensel ve kapsayıcı olduğundan, imparatorluk seçkinlerinin tek bir geleneğe yapışıp kalma mecburiyeti yoktu. Nereden esinlenmiş olurlarsa olsunlar yeni fikirlere, normlara ve geleneklere adapte olma şansları vardı. Bazı