Sahi bu aşk ne şaşılası bir şeydi. İnsan âşık olunca akıl hükmünü yitiriyordu. Zira otuz dokuz yıl boyunca varlığından habersizce yaşadığı birinin, artık o olmadan yaşayamazmış gibi hissettirmesi akıl alır şey değildi. Her şey onunla ilişkilendiğinde vardı, onunla bir bağlantısı varsa anlamlıydı. Sokaklarda yürürken etrafa dikkatlice bakmak, bir yerde rastlarsam heyecanıyla dolaşmak... Zihninde sürekli onun sesini duymak, o sesin büyüsüyle başka dünyalara dalmak... Her sevinci onunla bağdaştırmak, her sıkıntıyı ondan sakınmak... Aylarca, bıkmadan usanmadan aynı şarkıyı dinlemek, uykusuzluktan harap olmak, yastığın boş kısmına onu varsayarak sarılmak... Rüyalarında onu görmek, sabahları yataktan aklında onunla çıkmak... Bazen kendi kendine konuşup onunla konuştuğunu hayal etmek, tanıdığı tanımadığı herkese yerli yersiz ondan bahsedebilmek için can atmak...
İlişkiler kadınlar için ne kadar önemliyse erkekler için de o kadar önemlidir. Erkeklerin aşk ve şehvet devreleri bir kere uyumu yakaladıklarında, en az bir kadın kadar -hatta belki daha da fazla- sırılsıklam âşık olurlar. Yolda bir bebek varsa erkek beyni büyük bir değişim geçirerek baba beynine dönüşür.
Bir şiir yazıldığında, bir aşk doğduğunda yer yerinden oynamaz oysa. Şairin kalbi şaire, âşıkın kalbi âşıka çünkü. Ama bir çocuk öldüğünde. Ne diye kıyamet kopmaz ki?