Buna ister üzülünsün, isterse sevinilsin -kendi adıma, durumun çok da iç açıcı olduğunu düşünmediğimi saklamayacağım- benimsemeye, hatta inanmaya bile gereksinim olmaksızın, kendiliğinden kuşaktan kuşağa aktarılan dinsel aidiyetlerin sonradan elde edilen inançlara oranla daha kalıcı olduğu ortada. Fransa, uzun zamandan beri, kendisini Katolik bir ülke olarak görmekten kuşkusuz vazgeçti. Gerçekten de inanç açısından, ibadet açısından, ahlaki buyruklar açısından çok da Katolik sayılmaz. Ama kültürel kimlik açısından hâlâ. Tıpkı Stalin Rusya'sının Ortodoks ya da Atatürk Türkiye'sinin Müslüman kalması gibi.
Eski bir Yahudi öyküsünde de geçen bir çelişki bu: Oğluna olabilecek en iyi eğitimi vermek isteyen tanrıtanımaz bir baba onu Cizvitlerin okuluna gönderir; çocuk, kökenlerine karşın, din dersine girmek zorundadır ve bu derslerde kendisine Katolik Teslis dogması öğretilir; eve döndüğünde, babasına gerçekten "üç tanrı" mı var, diye sorar. Babası kaşlarını çatar: "Oğlum bak beni iyi dinle! Sadece tek bir Tanrı var ve biz ona inanmıyoruz! "