Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Savaşı anlamıyorum ve tıpkı kardeşim gibi, tıpkı cepheden geri getirdikleri yüzlerce insan gibi çıldırmak zorundayım. Ve bu beni korkutmuyor. Aklını yitirmek bana saygıdeğer bir şey gibi geliyor, tıpkı nöbetçinin görev yerinde can vermesi gibi. Ama beklemek, deliliğin yavaş yavaş ve önüne geçilemez biçimde yaklaşması, muazzam ölçülerde bir şeyin uçurumdan aşağı düşmekte olduğu hissi, bin parçaya ayrılan düşüncenin verdiği katlanılmaz acı... Kalbim sağırlaştı ve öldü, yeni bir hayat yok ona, ama düşünce hâlâ canlı, bir zamanlar Samson gibi kuvvetli, ama şimdi çocuk gibi savunmasız ve zayıf olsa da hâlâ mücadeleci: Acıyorum ona, ah, benim zavallı düşüncem. Bazı zamanlar beynimi sıkıştıran bu demir halkaların işkencesine daha fazla katlanamıyorum; önüne geçilmez bir kuvvetle sokağa koşup insanların toplandığı meydana çıkmak ve bağırmak istiyorum: -Ya şimdi savaşı bitirirsiniz, ya da... "Ya da" ne? Akıllarını başlarına toplamalarını sağlayacak, yüksek sesle söylenecek yeni yalanlarla cevaplanmayacak kelime kaldı mı dünyada? Ya da önlerinde diz çöküp ağlamak mı gerek? Ama zaten yüzbinler gözyaşlarıyla yıkamıyor mu dünyayı, faydası var mı hiç? Ya da gözleri önünde kendini öldürmek mi gerekiyor? Öldürmek! Her gün binler ölüyor, peki bunun faydası var mı? Ah, keşke şeytan olsaydım! Cehennemin hava niyetine soluduğu tüm dehşeti dünyalarına taşırdım; rüyalarının efendisi olurdum ve uykuya dalmadan önce gülümseyerek çocuklarını kutsadıkları sırada karşılarına kapkara dikilip... Evet, aklımı kaçırmak zorundayım, ama bir an önce. Bir an önce...
DELİ HALİT PAŞA DESTANI
Namusluyla namussuz Paltosu bir batman gelirmiş Deli Halit Paşa’nın Katlayıp attığında adam da devirirmiş. Paltosu tılsımlıymış söylence olmuş. Kurşunlar girer de çıkamazlarmış Şamanca bir gösteri olarak silkince paltosunu Onlarca yenik kurşun yerlere saçılırmış. Deli Halit Paşa’da çifte tabanca “Namuslu” dediği sağa takılı Düşmana
Reklam
Pek de şaşılacak bir tespit değil herhalde? Kıkırdıyor. Sana veriyorum. Neyi veriyorsun? Kontrolü Nikki. Ne istediğini söyle. Tam olarak ne istediğini söyle. Senin dışında mı? Nerene dokunmamı istersin? Ne hızla? Göğüs uçlarını ısırmamı mı istersin yoksa kulaklannı mı? Dilimi o enfes deliğine daldırmamı mı istersin? Söyle Nikki. Bana ne
Sayfa 164
Sherlock Holmes keyif için sokağa çıkan, keyif için gezen bir insan değildir. Tanıdığım en kuvvetli insandır, fevkalâde boks bilir. Fakat lüzumsuz yere vücudu yormanın enerji israfından başka bir şey olmadığı kanaatindedir. Ama iş icabı hareket etmeye, yürümeye, enerji sarfına başladığı zaman da yorulmak bilmez. O gün hava çok güzeldi, ilkbahar
Savaşı anlamıyorum ve tıpkı kardeşim gibi, tıpkı cepheden geri getirdikleri yüzlerce insan gibi çıldırmak zorundayım. Ve bu beni korkutmuyor. Aklını yitirmek bana saygıdeğer bir şey gibi geliyor, tıpkı nöbetçinin görev yerinde can vermesi gibi. Ama beklemek, deliliğin yavaş yavaş ve önüne geçilemez biçimde yaklaşması, muazzam ölçülerde bir şeyin uçurumdan aşağı düşmekte olduğu hissi, bin parçaya ayrılan düşüncenin verdiği katlanılmaz acı... Kalbim sağırlaştı ve öldü, yeni bir hayat yok ona, ama düşünce hala canlı, bir zamanlar Samson gibi kuvvetli, ama şimdi çocuk gibi savunmasız ve zayıf olsa da; hala mücadeleci: Acıyorum ona, ah, benim zavallı düşüncem. Bazı zamanlar beynimi sıkıştıran bu demir halkaların işkencesine daha fazla katlanamıyorum; önüne geçilmez bir kuvvetle sokağa koşup insanların toplandığı meydana çıkmak ve bağırmak istiyorum: - Ya şimdi savaşı bitirirsiniz, ya da... “Ya da” ne? Akıllarını başlarına toplamalarını sağlayacak, yüksek sesle söylenecek yeni yalanlarla cevaplanmayacak kelime kaldı mı dünyada? Ya da önlerinde diz çöküp ağlamak mı gerek? Ama zaten yüz binler gözyaşlarıyla yıkamıyor mu dünyayı, faydası var mı hiç? Ya da gözleri önünde kendini öldürmek mi gerekiyor? Öldürmek! Her gün binler ölüyor, peki bunun faydası var mı?
– Ya siz niçin istiyorsunuz? – Söylemezseniz söylemeyin! diye karşılık verdi ve başını gururla öte yana çevirdi. – Siz “Kölelik” kuramına dayanamıyorsunuz ama köleniz olmamı istemekten de geri durmuyorsunuz: “Tartışma, yanıt ver!” Peki, öyle olsun bakalım. Parayı niçin istediğimi soruyorsunuz, öyle değil mi? Bu da sorulur mu hiç? Para her şeydir! – Bunu anlıyorum ama parayı istemek başka, onun için çıldırmak başka! Oysa siz de biliyorsunuz ki para uğruna kendinizden geçiyor, bunu bir yazgı olarak addediyorsunuz. İşin içinde bir iş, çok özel bir amaç var. Benimle imalarla değil, açık açık konuşun olsun bitsin, ben öyle istiyorum. Kızmaya başlıyordu. Beni böyle öfkeyle sorguya çekmesi doğrusu ya hoşuma gidiyordu.
Reklam
BEYAZ LÂLE Hudutta bozulan ordu iki günden beri Serez’den geçiyordu. Hava serin ve güzeldi. Ilık bir sonbahar güneşi, boş, çimensiz tarlaları, üzerinde henüz taze ve korkak izler duran geniş yolları parlatıyordu. Bu gelenler, gidenlere hiç benzemiyorlardı. Bunlar adeta ürkütülmüş bir hayvan sürüsüydü. Hepsinin tıraşları uzamış, yüzleri pis ve
_Küçük kılıbık adam. Korktuğun için bağırıyorsun. _Ben kim oluyorum ki kendi görüşüm olacakmış. reis ne derse o’dur. _Düşüncelerinin yanlış olup olmadığını sormadın kendine hiç? _20 yıllık olayları anımsayacak beynin yok, bu nedenle, iki bin yıl öncesinden aptalca dini sözlerini tekrar söylüyorsun. _Beni ahlaksızlıkla suçlarken doğrudan
IRKÇILIK-TURANCILIK DAVASI DOLAYISIYLA Bu kitap, 1944 yılında, İstanbul'da Bir Numaralı Sıkıyönetim Mahkemesi'nde görülen utanç yüklü bir davanın özeti gibidir. Bazı vatansever kişiler, 1944 yılında suç işledikleri, suçlu oldukları için değil; Türk oldukları, Türkçülük idealine aşkla bağlandıkları için büyük zulümlerden, işkencelerden
George asık suratıyla ateşe bakmaya devam etti. “Sen yanımda olmasaydın nasıl bir hayatım olacağını hayal ettiğimde çıldıracak gibi oluyorum. Sakin ve huzurlu geçen tek bir dakikam yok sen yanımda olduğun sürece." Lennie hâla dizlerinin üstünde duruyordu. Nehrin ötesindeki karanlığa dikti gözlerini. "George, istersen gideyim ben yanından, yalnız bırakayım seni?" "Nereye gidebilirsin ki sen?" "Giderim bir yerlere. Şuradaki tepelere gidebilirim. Orada bir yerde bir mağara bulurum belki." "Gerçekten mi? Peki ne yiyeceksin orada? Yiyecek bir şeyler bulmayı bile beceremezsin ki sen." "Bir şeyler bulurum George. Üstüne ketçap dökeceğim güzel bir şeyler yemeyiveririm ben de. Bütün gün güneşin altında yatarım, kimse de beni bulup canımı yakamaz. Sonra orada bir de bir fare bulursam yanıma alırım onu da. İşte orada kimse onu benden alamaz." George birden başını çevirip merakla arkadaşına baktı. "Çok kötü şeyler söyledim sana, öyle değil mi?" "Beni istemiyorsan tepelerden birine çıkıp orada kendime bir mağara bulabilirim. Sen gitmemi söyle, ben hemen yok olurum.” "Yok öyle bir şey Lennie. Dalga geçiyordum ben. Tabi ki senin yanımda olmanı istiyorum…”
28 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.