64 syf.
·
Puan vermedi
·
4 saatte okudu
Câhiliyye İslâm'ın bağını koparmak için ortaya çıkmıştır. Ancak İslâm ehli onları ve cehaletlerini bildikleri için bunu onlardan kabul etmez. Mü'min kadın ve Mü'min erkek İslam düzenini ve şiarını bilmeli ki: Ümmet-i Muhammed arasında korkunç derecede yayılan batılılaşma şerrinden, bunca vebadan uzak durabilsinler.. Eserde verilen kaynaklar ve uluslararası dergilerden derlenen sayısal veriler konunun izahını desteklemiştir. Ayrıca 'neden bu konuda kadınlara dikkat çekildiği' de eserin ilk kısımlarında uzunca izah edilmiştir. Eserde Müslüman kadının; sözde adalet adı altında nasıl adaletsiz bir şekilde yaşadığına değinilmiş ve bu durumdan kendisini kurtarabilmesi için tavsiyeler bulunmaktadır. Çalışma hayatının kadının üzerinde olan etkileri de maddeler halinde zikredilmiştir. Kısa ve öz olan bu eseri her mü'min kadın ve erkeğe tavsiye ederim.. Allah Teâlâ, eser sahibinin esaret bağlarını çözsün...
Laiklerin Müslüman Kadını Batılılaştırma Yöntemleri
Laiklerin Müslüman Kadını Batılılaştırma YöntemleriBişr bin Fehd el-Bişr · Minber yayınları · 202313 okunma
Kur'an ve Sünnet bizden, bukalemun gibi yaşadığımız ortama ve şartlara ayak uydurmamızı değil, içinde bulunduğumuz ortam ve şartları mümkün olduğunca Allah Teala'nın rızasına uygun hale getirerek yaşamamızı istiyor. Nasıl ki din, değişmek ve dönüşmek için değil, değiştirmek ve dönüştürmek için gönderilmişse; aynı şekilde Müslüman da bu anlayış içinde hareket etmek durumundadır.
Reklam
Savaşlar sırasında Ermenilerle Müslümanların duyguları, açıkça ortaya çıkıyordu. Her iki grubun da sadakatlerinin hangi tarafa yöneldiğine şüphe yoktu. Özellikle Kırım Savaşı sırasında, bazı Müslümanlar Rus ordusu saflarında savaşmış³ ve bazı orta sınıf Ermeniler de Osmanlı hükümetini desteklemiş olmakla birlikte, Doğu'da yaşayan Ermenilerle
Sayfa 26 - Türk Tarih Kurumu YayınlarıKitabı okudu
Rus ve Osmanlı yönetimleri altında yaşayan Ermenilerin, farklı vatandaşlıklarına rağmen birbirlerini kardeş gördüğü belliydi. Aynı şey Müslümanlar için de geçerliydi. 1920'den önce, Kafkasya ve Doğu Anadolu halkları arasındaki vatandaşlık anlayışının din aidiyeti üstüne çıktığı söylenemez. Doğu bölgesinde, Kafkasyalı bir Müslüman kendisini Kafkas Ermenilerinden daha çok Anadolu Müslümanlarına yakın hissederdi. Aynı şekilde bir Anadolu Ermeni'si de, kendisini Anadolu Müslümanlarından çok Kafkas Ermenilerine yakın hissederdi. Bu nedenle Kafkasya'da Rus yönetimine sâdık büyük bir Müslüman gruptan söz edilemeyeceği gibi, Doğu Anadolu'da da Osmanlı'ya sâdık büyük bir Ermeni grubundan söz edilemez. Ama her iki bölgede de içinde yaşadığı politik ortama uyumlu, yönetime sâdık hatta vatansever Ermeni ve Müslüman vatandaşlar da vardı. Bununla beraber Müslüman ve Ermenilerin çoğu dini bağlılıkları haricinde, aşiretleri ile köylerinin üstünde bir gerçek bağdan habersiz yaşayan köylü ve göçebelerden ibaretti. Bu insanların kendi din topluluklarına besledikleri sadâkatin en önde geldiği, Kafkasya ve Doğu Anadolu'daki harpler sırasında tekrar tekrar ispatlandı.
Sayfa 26 - Türk Tarih Kurumu YayınlarıKitabı okudu
19 ve 20. yüzyıllardaki savaşların her birinde Müslümanlar topluca katledilmiş ve evlerini terke zorlanmışlardı. Milyonlarca Müslüman ölmüş ve milyonlarcası da sürülmüştü. Her savaş diğerlerinden farklı bir seyir takip etti, fakat hepsinin de Müslümanların üzerinde bıraktığı etki aynı oldu, yâni büyük sayılarla öldürülüp yurtlarından kovuldular. Osmanlı'nın kayıpları sadece askeri ve politik olmakla kalmadı, çoğunlukla kitlesel göçlerin yanı sıra yüksek sayıda can kayıplarına sebep oldu. Bu süreçte ölenler sadece Müslümanlar olmamakla beraber, Yunan, Bulgar ve Ermeni ölü sayıları Müslümanlarınkiyle kıyaslanamayacak kadar küçük kaldı. Balkan, Anadolu ve Kafkasya'da yaşayan halkların hepsi için 19. yüzyıl ve 20. yüzyılın başları korku dolu yıllar oldu. Tüm gruplar savaşın dehşetinden ve savaşa eşlik eden kıtlık ile hastalıktan acı çektiler. Bunlara ek olarak, savaşı kaybedenler zorunlu göçe de tabi tutuldular.
Sayfa 21 - Türk Tarih Kurumu YayınlarıKitabı okudu
"Orta ümmet"¹ olarak kendisini dünya coğrafyasının orta kuşağında gören İslâm dünyası, Doğu'ya da Batı'ya da eşit mesafedeydi. Batı onun için hep cevap verilmesi, tepki gösterilmesi, mücadele edil- mesi gereken bir öteki değildi. 1300 yılında İsfahan'da yaşayan bir müslüman âlimin mekân algısı açısından Çin neyse, Fransa da oydu. Kur'an'ın "ne doğu, ne batı" (Nûr 24/35) diye tasvir ettiği evrensel hakikat tasavvu- ru, Doğu ve Batı kalıplarını aşan bir niteliğe sahiptir. Bu mânada İslâm toplumları kendilerini hiçbir zaman "doğuda" ya da "doğulu" addetmediler. "Doğu", ancakAsya'nın küçük bir uzantısı olan Avrupa'nın kendisini "Batı" olarak tanımlamasından sonra ortaya çıkan bir tanımdır. ". s.15
Sayfa 15 - İsam Yayınları
Reklam
1.000 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.