Siz dokuz taş oynamayı bilir misiniz? Biraz anlatayım isterseniz. İki kişi arasında oynanan oyun bir levhaya iç içe çizilen üç karenin kenar ortalarından birbirine düz bağlanarak oluşturulan çizim üzerinde, dokuzar taşla oynanan bir zeka oyunudur. Geçen gün kızıma oyuncak alırken gördüm modern halini, dijital levha üzerinde renkler yaldır yaldır,
Herkes beni terk etti.
Ankara'dakiler adımı bile duymak istemiyorlar. Herkes bir dönemin suçunu benim omuzlarıma yıkarak rahatlamak istiyor.
İşte politikaböyleacımasız birşey bizim memlekette.
Büyük ekonomik buhran döneminde tarım işçilerinin yaşadığı o büyük ekmek kavgasını anlatan bir kitap bu. Yoksulla zenginin, işçiyle patronun kavgasını anlatan bir kitap.
Bizdeki adıyla mevsimlik işçilerin emeğinin karşılığını alamadıkları için yaşadıkları açlığı, sefaleti, geçim sıkıntısını anlatan bu kitap da kitlesel bir başkaldırı başlar. Tabi
Seriyi yeni bitirdim. Bitirmemle beraber karakterlerin etkisi devam ediyor ve uzun bir süre etkisinin kaybolacağını sanmıyorum.
Uzun bir yolculuğa çıkıyorsunuz. Karakterleri o kadar çok seviyorsunuz ki, artık onlar hayal urunu kalemle çizilmiş şekiller yerine aileniz gibi gördüğünüz, belkide en yakın arkadaşlarınız olarak nitelendirebildiğiniz
İnsanlar ölünce tüm sırlarını mezara götürür. Peki ya ölen bir insan bu sırlarını mezardan anlatmaya karar verirse?
"Mezarımdan Yazıyorum" Brezilyalı yazar Machado De Assis'in 1880 yılında yazdığı ve Latin Edebiyatı'nın en iyi romanlarından sayılan bir eseri. Roman için, yazıldığı dönem göz önünde bulundurularak, hem kurgu hem de
Martha Medeiros adlı yazara ait olan ''Ağır Ölüm'' şiirini paylaşmak istiyorum:
Ağır ağır ölür alışkanlığının kölesi olanlar, her gün aynı yoldan yürüyenler, yürüyüş biçimini hiç değiştirmeyenler, giysilerinin rengini değiştirmeye yeltenmeyenler, tanımadıklarıyla konuşmayanlar...
Ağır ağır ölür tutkudan ve duygulanımdan
“Bu kitap; ne bir şikâyettir, ne de bir itiraf. Harbin yumruğunu yemiş, mermilerden kurtulmuş olsa bile, tahriplerden kurtulamamış bir nesli anlatmak isteyen bir deneme, sadece” (E.M.Remarque).¹
Birinci ve İkinci Dünya Savaşı’nda milyonlarca insan yaralandı, sakat kaldı ve yaşamını yitirdi. Şehirler yerle bir oldu, ormanlar yakıldı, tarımsal
Çünkü Oğuz Atay'ı da okudum. Seni de tanıdım...
Diyebilirsin ki bir insanı fotoğraflarından ve hakkındaki haberlerden ne kadar tanıyabilirsin? Haklısın belki de çok az... O zaman şöyle demeliyim... Seni az tanıyorum... Az...
Sen de fark ettin mi? Az dediğin küçük bir kelime. Sadece A ve Z. Sadece 2 harf. Ama aralarında koca bir alfabe var. O alfabeyle yazılmış on binlerce kelime ve yüz binlerce cümle var. Sana söylemek isteyip de yazmadığım sözler bile o iki harfin arasında. Biri Başlangıç, diğeri son. Ama sanki birbirleri için yaratılmışlar. Yan yana gelip de birlikte okunmak için. Aralarındaki her harfi teker teker aşıp birbirlerine kavuşmuş gibiler. Senin ve benim gibi.
Bu yüzden, belki de, az çoktan fazladır. Belki de az, hayat ve ölüm kadardır! Belki de, seni az tanıyorum demek, seni kendimden çok biliyorum demektir. Bilmesem de öğrenmek için her şeyi yaparım demektir. Belki de az her şey demektir. Ve Belki de benim sana söyleyebileceğim tek şeydir.