Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Bir insanın bir insanı gerçekten tanıyabileceğine dair bütün inancımı kaybettim. Son umudum Savaş'tı, o da tükendi gitti. Babamdan sonra inancımı toparlayacak son erkek oydu. Büyük şeyler beklediğimden değil. Hatta şimdi evleniyoruz ama sonradan bir sürü bokluk çıkar diyebiliyordum. Ben birlikte yürüyebileceğimiz samimi, içten, gerçek bir
Sayfa 168Kitabı okudu
Dilbilgisi iptal;)))
Delikanlı okumam için öyküsünü getirdi. _Cümle başına gelen harfler,büyük harfle yazılır,dedim _Ben,böyle yazıyorum!dedi. _"Dahi"anlamına gelen "de"ler ayrı yazılır, dedim. _Boş ver,dedi,ben canım nasıl isterse öyle yazarım. Eh ne yapalım, vicdan hürriyeti var, nasıl isterse öyle düşünür _Soru eki "mi"ayrı yazılır. _Yahu,ne kalıplaşmış insanlarsınız , ben bütün kalıpları kaldırıp attım.Kural mural takmıyorum .
Reklam
"Bana sakın darılmayın..." diyordu. "Boş ümitlere kapılmamanız için sizinle apaçık konuşmak daha iyi olacak... Ama bana darılmayın... Dün yanınıza geldim... Beni evime götürmenizi istedim... Bugün beraber gezmeyi teklif ettim... Akşam yemeğini beraber yiyelim dedim... Adeta size musallat oldum... Fakat sizi sevmiyorum. Deminden beri hep bunu düşündüm... Hayır, sizi de sevmiyorum... Ne yapayım? Sizi belki hoş, hatta cazip buluyorum, belki de şimdiye kadar tanıştığım erkeklerin hepsinden ayrı taraflarınız olduğunu görüyorum, ama bu kadar...
Muhtemel Sonum
-Haberin var mı? Benim kütüphaneyi satın almak istiyorlar, dedi. -Kim? -Tanımazsın, müsteşrikler yani, Doğu toplumlarını inceleyen batılı bilginler. -Ne kadar veriyorlar? -Evvela on bin lira... dediler. Sonra "ben satmam" deyince on beş bine, yirmi bine çıktılar. -Ne diyorsunuz? -Hatta yirmi beş bin de verecekler. -Aman amca, hiç durmayınız, satınız, dedim. Gözlerini okuduğu kitaptan kaldırdı. Bana çevirdi. İçinde öyle bir azarlama, öyle bir sitem vardı ki... - Kütüphanemi satmak mı? Sonra ben ne yaparım? Gözlerini tekrar kitaba indirdi. Çehresi bozulmuştu. Dargın, perişan bir tavırla: - Ben mezara, kütüphanem mezada...
“Fakat Allah kahretsin şu cüzdanı! Sarı renkliydi; üzerinde de serbest bırakılmış forsa yazıyordu. Gittiğim her yerde bunu göstermek zorundaydım… Kimse bana iş vermek istemiyordu. Kollarımı gösterdim, çalışırım dedim, kapıları kapattılar yüzüme. Gündeliği on beş kuruşa, on kuruşa, beş kuruşa çalışmak zorunda kaldım. Ne yapayım? Bir gün çok acıkmıştım. Fırıncının camını kırdım, bir ekmek kaptım, ama fırıncı beni yakaladı; ekmeği de yiyemedim. Ömür boyu kürek mahkûmu oldum.”
Ha ha böyle tiplerden uzak durmak gerek :D
– Cümle başına gelen harfler, büyük harfle yazılır, dedim. – Ben, böyle yazıyorum! dedi. – “Dahi” anlamına gelen “de”ler ayrı yazılır, dedim. – Boş ver, dedi, ben canım nasıl isterse öyle yazarım. Eh, ne yapalım, vicdan hürriyeti var, nasıl isterse öyle düşünür. – Soru eki olan “mi”ler de ayrı yazılır, dedim. – Yahu, ne kalıplaşmış insanlarsınız, dedi, ben bütün kuralları kaldırıp attım. Kural mural takmıyorum. – Noktalama işaretleri de yanlış. Canının istediği yere virgül, canının istediği yere nokta, soru işareti koymuşsun. Gerçekten de öyle yapmış. Süs gibi yazının orasına burasına, yerli yersiz noktalama işaretleri serpiştirmiş. – Beni kimse anlamıyor yahu, dedi, Türkçe öğretmeniyle de buyüzden atıştık. Herifi dövecektim... – Aman aslanım, hikâyen çok güzel...
Reklam
Hala "de-da" mevzuları ayrı yazılıyor onlar ayrı
– Bre kardeşim, orası Amerika... New York denen yerde, elini kolunu sallaya sallaya başıboş gezsen, yapılara bakarak dolaşsan, adamın gözünden, kulağından kültür dolar. İşte şu Bursa şehri... Bu sokaklarda devriye gibi gezsen ne olur?.. Şimdi düşünüyorum da, bu çocukla neden günlerce çene yarıştırdığımı anlayamıyorum. Ama anlamayacak ne var? Koca
“Fakat Atinalılar, ben onlar gibi baştan başa parlak ve gösterişli sözlerle bezenmiş hazır bir nutuk söyleyecek değilim; tanrı korusun. Hayır, şu anda iyi kötü dilim döndüğü kadar söyleyeceğim; çünkü bütün diyeceklerimin doğru olduğuna inanıyorum.” (sf.9) “Size doğruyu söylemeliyim. Atinalılar, köpek hakkı için, bütün o araştırmalarımda
Hikayen çok güzel :))
Delikanlı bir gün okumam için bir öyküsünü getirdi. Ertesi gün nasıl bulduğumu sordu. – Cümle başına gelen harfler, büyük harfle yazılır, dedim. – Ben, böyle yazıyorum! dedi. – “Dahi” anlamına gelen “de”ler ayrı yazılır, dedim. – Boş ver, dedi, ben canım nasıl isterse öyle yazarım. Eh, ne yapalım, vicdan hürriyeti var, nasıl isterse öyle düşünür. – Soru eki olan “mi”ler de ayrı yazılır, dedim. – Yahu, ne kalıplaşmış insanlarsınız, dedi, ben bütün kuralları kaldırıp attım. Kural mural takmıyorum. – Noktalama işaretleri de yanlış. Canının istediği yere virgül, canının istediği yere nokta, soru işareti koymuşsun. Gerçekten de öyle yapmış. Süs gibi yazının orasına burasına, yerli yersiz noktalama işaretleri serpiştirmiş. – Beni kimse anlamıyor yahu, dedi, Türkçe öğretmeniyle de bu yüzden atıştık. Herifi dövecektim... – Aman aslanım, hikâyen çok güzel...
-Sen ne iş yaparsın ? dedi. -İş yapmam. Kötü kötü baktı: -Aylak mı gezersin? Maşallah! üstün başın da temiz Boş ver! Yalan söyleme. Söyle ne iş yaparsın? -Bir iş yaparım ama iş yerine geçmez. -Para getirir mi? -Cıgara parası getirir.. - babadan kalma mı var? -Öyle bir şey uzatma canım. Neye soruyorsun bu kadan ne iş yaptığımı? -Okumuş yazmışa benzersin de... -Ne olacak okumuş yazmışa benzersem?... -Okumuş yazmış adam öğüt vermez de, dedi. -Ya ne yapar? dedim. -Adamı anlar, dedi, ne yapacak.
Reklam
Eskiden kahır çekmeye tahammül saygı demişler hadi ordan gerçekten
“Kadın: “Bak Muslu,” diyordu, “beni alırken, seni kuşsütüyle beslerim dediydin. Aylarca, yıllarca yolumu beklediydin. Babam beni sana vermiyordu. Muslu, ben babamı, evimi barkımı, kardeşlerimi kodum, sana geldim. On beş yıl oldu anamın babamın yüzünü görmedim. Anam babam sensin, dedim. On beş yılın adı var, Muslu on beş yıldır sen av peşinde gezdin, çifti ben sürdüm, harmanı ben dövdüm, pazara götürüp ben sattım. Sen, on beş yıldır elini ılıktan soğuğa vurmadın. Her kahrı ben çektim. Bak, Muslu, şu ağarmış saçlarıma bak, ben böyle mi olacaktım bu yaşta? Bir güne bir gün de seni koyup gitmek aklıma gelmedi. Kış gecelerinde sen ördek peşindeyken, bir batağa saplanır kalır deyi gözüme uyku girmedi. Sabahlara dek göz kırpmadan seni düşündüm, senin için ağladım... Ya Muslu, Süleymanım öldü. Ölüsünde bile bulunmadın. Dervişim öldü, mezarını bile kazmadın. Tüfeğini aldın, çocuğun ölüsü daha yatakta soğumadan, ava gittin. Gene bağrıma taş bastım. Muslunun canı sıkılmasın deyi bir gün olup bunları yüzüne vurmadım. Muslu, çocuk ölüyor. Uyan, Muslu! Uyan da bana söyle. Ne yapayım, Muslu?”
YKY- e kitapKitabı okudu
SÜRVEYAN HEKİM “Doktordan satılık araba” diye ilan verirler, çok doğru aslında. Ne o arabayı kullanacak vakit bulursunuz, ne de düzenli bir hayatınız olur. Hele bir de cerrahsanız, o uyku denen tatlı şeyle bir türlü buluşamazsınız. Ben de Güneydoğu’da görev yaparken hem uykudan, hem de arabamdan mahrum kaldım. Zaten kullanmaya vakit
http://www.hakanevrensel.com/guneydogudan-oykuler-3/Kitabı okudu
274 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.