Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
Bir insanın bir insanı gerçekten tanıyabileceğine dair bütün inancımı kaybettim. Son umudum Savaş'tı, o da tükendi gitti. Babamdan sonra inancımı toparlayacak son erkek oydu. Büyük şeyler beklediğimden değil. Hatta şimdi evleniyoruz ama sonradan bir sürü bokluk çıkar diyebiliyordum. Ben birlikte yürüyebileceğimiz samimi, içten, gerçek bir
Sayfa 168Kitabı okudu
Beni dikkatli dikkatli bir süzdü. – Sen ne iş yaparsın? dedi. – İş yapmam. Kötü kötü baktı:
Kafa ve ŞişeKitabı okudu
Reklam
YEŞİL RENKLİ NAMUS GAZI OPERASI «Hasan Âli Yücel, bu hikâyeyi oyun olarak yazmamı önermişti. Hikâyemi Yücel'in anısına adıyorum.» Uvertür Dünyanın tarihi iki milyar dörtyüz milyon yıllık deniliyor. Benim bitmemiş tarihim, şimdilik elli yıllık. Kelebeğin tarihi bir günlük. * Arkeologlar yeraltında yeni bir kent buldular. Bu kentte birçok
Saçlarımı açtım ve omuzlarıma döküldüler. Banyonun t gını söndürüp, dışarı çıktım. Odanın ışıkları kısık olduğu için beni görebileceği şekilde bir adım atarak ona doğru yaklaş tım. Hudson çıplak bir halde, örtülerin üzerinde oturuyordu. Beni gördüğünde hızlanan nefesini duydum. "Tanrım, Alayna. Sen kahrolası bir şekilde güzelsin," dedi
Sayfa 326
Ben bu kader meselesini anlamıyorum" dedim. Hâlbuki söylemek istediğim şey başkaydı: "Benim kaderimde sen var mısın acaba?" diye sorabilmek isterdim ona. "Şayet yoksan bileyim. Boş yere senin hakkında hayaller kurmayayım." "Kaderin ne olduğunu anlatamam" dedi Şems. "Ama ne olmadığını anlatabilirim. Kader, hayatımızın önceden çizilmiş olması demek değildir. Bu sebepten, "ne yapalım kaderimiz böyle" deyip boyun bükmek cehalet göstergesidir. Kader yolun tamamını değil, sadece yol ayrımlarını verir. Güzergâh bellidir ama tüm dönemeç ve sapaklar yolcuya aittir. Öyleyse ne hayatının hâkimisin, ne de hayat karşısında çaresizsin.
Bellek, acıları örter gamsız günler perdesiyle, gün gelir o perde tutuşur gider, altından yeni bir perde çıkar, o da yanar gider, bunun boşa çabalamak olduğunu, her perdede asıl yananın aslında sen olduğunu, mutluluğunu yapay bir şekilde yaratmak zorunda kaldığını anlarsın böylece, edilgin mutluluktur bu. Bok mutlusun aslında, eskiden de mutlu değildin. Böyle mutluluk mu olur lan, bu sokaklarda, bu ülkede, avanaklığı mutlulukla karıştırmak olur ancak. Ne yapayım, ben de belleğimin savunma mekanizmasına boyun eğip gamsız günler dedim hüzünle. Sarıldığım son yanılsama bu, sarılmamak için de bir neden yok. Ayrıca o kadar güçlü olmaya ne gerek var ki, ne kadar zavallı ve zayıf bir varlık olduğunu bilmiyorsa bu gezegende insan, zaten hiçbir halt bilmiyor demektir. Pençelerimiz ve dişlerimiz yok artık doğanın karşısında, aklımız ve zekâmız da yok şehirlere yetecek, o işleri başkaları yaptı çoktan, koca şehirlerin ortasında kederi ve kahkahasıyla baş başa kaldı insan İşte bunların hepsini unutmaya çalışıp, sanki bir şeyi unutmaya çalışmak onu her seferinde yeniden hatırlamak değilmiş gibi oturuyorum orada.
Reklam
"Bence bunu tekrar gözden geçirip revize etmeliyiz. Ayrı­ ca hala günlerden cuma, yani hafta sonu tam da başlamış sayılmaz." "Eva ... " "Sadece düşüncesi bile tahrik ediyor beni" diye fısıldadım ve bacaklarımı üst bacağına dolayıp kendimi ona sürterek nasıl ıslanmış olduğumu hissetmesini sağladım. Kendimi
Sayfa 316
Trabzon köylerinin kadınları kadar zahmet ve meşakkate mahkûm Havva kızlarını da başka vilayetlerde görmedim... Buralarda iyi kötü umumi birer yol da yoktur. Yol denilen şeyler çoğunlukla dik bayırlardan akan suların açtıkları mecralardır. Bu yolların zahmetini çekenler, köylerinin mahsullerini dipleri dar, ağızları geniş sepet ve küfelerle pazar yerlerine getiren ve oradan alınan şeyleri köylere götüren çıplak ayaklı talihsiz kadınlardır. Hamurkân’da toplanan muhtarlara vesair ahaliye bazı sözler söylediğim sırada kadınlara pek zalimce hareket ettiklerini ilâve ettim. Çarıklı bir adam: — Ne yapalım efendim, dedi, fukarayız. — Fakir olabilirsiniz, dedim; fakat yoksulluğun bütün zahmet ve meşakkatini zavallı kadınlara yükletmek haksızlıktır. Meşakkate siz de katılmalısınız Bakınız, aranızda ayağında bir yemeni, bir çarık, iyi kötü bir ayakkabı bulunmayan kimse yok. Oysa kadınlarınız hep yalınayaktır. Hatta bilmem hangi köyün sarp yollarından hasta bir delikanlıyı yine çıplak ayaklı iki kadın taşıyordu. Bu zavallı mahluklar sizin ananız, kardeşiniz, kızkardeşleriniz veya karıllarımzdır. Siz nasıl yaşıyorsanız onları da öyle yaşatmaksınız. Hatta, kadınlıkları ve zaafları düşünülerek kendilerine daha az meşakkat vermeniz gerekir. Ben bu sözleri söylerken sırtlarındaki küfelerle bir yanlarını duvara dayayarak ayakta duran birkaç çıplak ayaklı kadın bir şeyler söylüyordu. İşitemedim, fakat sözlerimden hoşlandıklarını baş sallamalarından anlamıştım.
Sayfa 118Kitabı okudu
Derviş
Șimdi gül deyince insanın aklına tuhaf şeyler geliyor. Ben mahallede iki tur dolanıp mezarlık duvarından aşınca gül mü kopardım Ayșe'ye vermek için? Değil. Ayşeler çoktur da onlara çiçekçiler de çoktur, benim işim olmaz. Hayatta bi kere çiçek taşımışlığım var, onu da poșete koydum da yürüdüm. Lisede hem de rezillik. Okulun müdürüne
Atatürk'ün son genel sekreteri Hasan Rıza Soyak da, Atatürk'ün devamlı içkisinden, yıpratıcı çalışma ve yaşama tarzıyla birleşerek sağlığı üzerinde olumsuz etkiler yapacağını düşündüğünü ve daimi bir üzüntü içinde bunaldığını ifade ederek şunları söyler: "Diğer taraftan herkes, hatta kendisiyle bizden daha serbest konuşabilecek durumda bulunan kimseler bile bizi, yani etrafında bulunanları tedbir almamakla suçlandırıyorlardı. Karar vermiştim, bir fırsat bulup, kendisi ile bu hususta konuşacaktım Bir sabah baş ağrısından şikayet etti, aradığın fırsat belirmişti; bundan hemen faydalandım. İlkin dilimin döndüğü kadar içki aleyhinde bulundum, zararlarını saydım. Bu baş ağrılar da ondandır, dedim. Sonrada yakından bildiğim hoşgörürlüğüne sığınarak, her akşam içmekten vazgeçmesini, eğer bunu yaparsa bir müddet sonra kendisinin de pek memnun kalacağını çok itinalı bir dille arzetmek cesaretinde bulundum. Sükunetle dinledi. Ben susunca o konuşmaya başladı: 'Haklısın, bunları ben de bilmez değilim çocuk' dedi. Fakat ne yapayım ki içmeye mecburum. Kafam, çok ama beni mustarip edecek kadar çok ve hızlı çalışıyor, vakit vakit onu uyuşturup biraz dinlenmek ihtiyacını duyuyorum… İçmediğim zamanlar uyuyamıyorum, ıstırap içinde bunalıyorum. Aynı zamanda içki barsaklarımı da tanzim ediyor. Bu durumda takdir edersin ki yapabileceğim şey, ancak miktarını mümkün mertebe azaltmak olabilir; ona çalışalım" der.
Sayfa 101 - Güven KitabeviKitabı okudu
Reklam
Bana sakın darılmayın...diyordu. Boş ümitlere kapılmamanız için sizinle apaçık konuşmak daha iyi olacak... Ama bana darılmayın.. Dün yanınıza geldim... Beni evime götürmenizi istedim... Bugün beraber gezmeyi teklif ettim... Akşam yemeğini beraber yiyelim dedim... Adeta size musallat oldum... Fakat sizi sevmiyorum. Deminden beri hep bunu düşündüm... Hayır, sizi de sevmiyorum.. ne yapayım? Sizi belki hoş, hatta cazip buluyorum, belki de şimdiye kadar tanıştığım erkeklerin hepsinden ayrı taraflarınız olduğunu görüyorum, ama bu kadar... Sizinle konuşmak, birçok şeylerden bahsetmek, münakaşa, kavga etmek... Darılmak, tekrar barışmak, bunlar beni muhakkak ki memnun edecek... Fakat sevmek? Bunu yapamıyorum...
Hiç uykum yok. Hiç uyuyamıyorum. Domuz gibi içiyorum. Ama gözlerimi kapalı bile tutamıyorum. Sabaha beş saat var. Annemi düşü­nüyorum. Nerededir şimdi? Aynada kendime bakıyorum bazen. Ve tek kelime etmesem bile vücudum yaşadıklarımı, hayattan ne anladığımı anlatmaya yetiyor. Sağ omzuma kendi çizdiğim kelebek, beğenmedi­ğim için üzerine attığım
Sayfa 36 - Kinyas
MÜKREMİN- Ben galiba kendime ev tutucem. FERİŞTAH - Hah işte bu... Şöyle geniş güzel bir ev tut... O evde kiminle kalacağın belli olmaz... Yalnız bir tek ricam var. Üst katlarda olsun... Zemin katlar içime sıkıntı veriyor benim. MÜKREMİN- Numan amca bu ev mevzuu için senden biraz nakit isteyecektim... Malum eşya meşya durumları... Artık avans
"Ne yapmalıyım?" dedi. "Bana bir yol göster Mine. Bana senin en mutlu olacağın yolu göster ve onu yapayım. Lütfen..." Gözlerim bir süreliğine karşımızda kalan mutfak tezgahına boş boş baktı. Çorba hala taşmamıştı, altını çok kısık bırakmış olmalıydım. Efe'nin söylediklerini oldukça durağan bir ses tonuyla cevapladım. "Alışverişe çıkabiliriz." "Ne?" dedi Efe. "Nasıl yani?" "Alışverişe çıkabiliriz," diye tekrar ettim. "Daha çok erken ama bir yerden de başlamak lazım..." "Sevgilim, iyi misin? Bu nereden çıktı şimdi? Ne için alışverişe çıkacağız?" "Bebeğimiz için" dedim.
Sayfa 80 - Efe ve MineKitabı okudu
273 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.