Belki de hayatımızdaki güzellikler bazı felaketlerin sonucudur..
Alper CANIGÜZ... Kan Ve Gül... Bir Kara Dejavu...
Evet kara kapkara bir dejavu.. Şu an her birimiz farklı yerlerde, değişik zamanlarda, farklı insanlar olarak farklı işler yapıyoruz. Peki şu an olduğumuz konum veya yaptığımız iş bizim tercihlerimizin bir sonucu mu? Yoksa... Yoksa
"Santiago Nasar, onu öldürecekleri gün, piskoposun geleceği gemiyi karşılamak sabah saat 05.30'da kalkmıştı." diye başlar hikayemiz. Aslında nasıl biteceğini zaten bildiğimiz bir olayın geçmişine yolculuk yapıyoruz.
Namus cinayetine tepki çeken bu hikayede namus konusunun toplumda yarattığı algıyı kitap boyunca buram buram hissediyoruz. Ölecek bir adam kalabalıklar içinde yol alırken ve herkes bunu bildiği halde suskun kalırken toplumun ne denli acımasız olabileceği gözlerimizin önüne seriliyor.
Santiago Nasar'ın daha ilk sayfada gördüğü rüyayla kitabın gidişatı çizilmiştir. "Rüyasında kendini koca koca incir ağaçlarından bir ormanın içinden geçerken görmüştü, incecik bir yağmur çiseliyordu, bir an için mutluluk duymuş; ama uyandığında üstü başı kuş pislikleri içindeymiş duygusuna kapılmıştı."
Koca incir ağaçlarını topluma benzettim ve o gün Santiago Nasar o kalabalıkların içindeydi. İncecik yağan yağmuru ise Santioga'ya gerçekleri iletmeye çalışan insanlar gibi düşündüm, hiçbiri ona gerçeği açıklayacak kadar etkili olamadı. Sonunda Santiago'nun üstü pislendi ve toplum sözde bir namus kirliliğinden temizlendi.
Toplumun "derin yaraları" olarak gördüğüm bazı kalıplaşmış yargılar vardır; benim için bu da onlardan biridir. Her insan kendi fikirleriyle özeldir ve bir toplum iki insanı asla işlemek istemediği bir cinayete sürüklemiştir. Toplum suçludur, toplum acımasızdır. Toplum cehaletin yegane simgesidir. Bu kitap da o cehalete ışık tutan çarpıcı bir kalemin eseridir.
Kırmızı PazartesiGabriel Garcia Marquez · Can Yayınları · 202178,1bin okunma
ㅤ
''Kötü olmamızın, karanlıkta olmamızın sebebi ışığı tanımıyor olmamızdı. Oysa Papalagi, ışığı tanımasına rağmen, karanlıkta ve kötülük içinde yaşıyor.'' (s. 98)
Her şeyden önce kitabın ismiyle başlamak istiyorum: Der Papalagi.
‘’Papalagi’’ Samoa dilinde ‘’Göğü Delen Adam’’ anlamına gelmektedir. Papalagi denince akla
Orhan Pamuk
Bu yazarla ilk karşılaşmamdı bu kitabı. Kitabı bitirdikten sonraki içimde bıraktığı bu hissiyattan da belliki son da olmayacak.
Açıkça söyleyecek olursak. Bu adamda veya bu kitabında insanı kendi yanına çeken, gel gel izle diye seslenen bir akıcılık var. Öyle ki şu an a kadar elime aldığım her kitap da, hep bir olaya dahil oluş,
HAYAT MI EDEBİYATTAN BÜYÜK YOKSA EDEBİYAT MI HAYATTAN BÜYÜK ?
Yakın zamana kadar hayatın edebiyattan büyük olduğunu düşünürdüm, bir süredir tam tersini düşünüyorum. Edebiyat hayattan büyük.. Bu muhteşem kitap da bu düşüncemi iyice pekiştirdi.
Eğer sustuklarımız, söylediklerimizden daha kıymetli ve bizi daha çok anlatıyorsa edebiyat hayattan
Kur'an okunmadığı ve anlaşılmadığı takdirde sıradan bir kitap ya da beyaz bir defterle aynı değerdedir. İşte bu yüzden onun okunmaması, üzerinde düşünülmemesi ve anlaşılmaması için bu denli çaba harcamaktardırlar. Ve bu çaba içerisinde olanlar şunu bahane ederler: ''Biz Kur'an'ı anlayamayız, Kur'an'ın yetmiş batını vardır, yetmiş batınının da yetmiş batını.? Kur'an'ın akılla tefsir edilmesi yasaklanmıştır ve haramdır bahanesine sığınırlar. Bu nedenle dost kisvesi altında, Kur'an'ın lehine konuşuyormuş süsü vererek, halkı ondan uzaklaştırmak amacı güden, Kitab'ın anlaşılmasının çok zor olduğunu söyleyen düşmanlara Kur'an'ın kendisi tekrar tekrar şöyle feryat etmektedir: ''Onlar hala Kur'an'ı gereği gibi düşünmeyecekler mi?'' Nisa/82
Ucunda Ölüm Var'la çıktığımız yolda önce Ağıtçı Kadınla diyar dolaşıp onun yürek yarası aşkı Heves Ali'yi aramıştık. Ardından Aşıklar Bayramı ile bu kez yirmi beş yıl sonra bir gece ansızın oğlu Yusuf'un evine elinde üç telli bağlaması ve bir bavulla gelen Heves Ali'nin ömrünün son üç gününe, bir baba ile oğulun birlikte