Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
“Gidebilirsin, Güzel” demiş Canavar. “Ama geri dönmezsen kederimden öleceğimi biliyorsun değil mi? “
Güzel ve Çirkin
Güzel ve Çirkin
Çocukken en sevdiğim masal karakteri Belle idi. Diğer tüm prenseslerden farklıydı. Bir kere kurtarılmayı hiç beklemedi.Zekiydi, naifti. Tam bir kitap kurduydu. Görünenin aksine görünmeyenle ilgilenirdi. Önyargıları yoktu, en prenses olmayan prensesti o. Kirli, bulanık bir suda yüzen lotus çiçeğimsin Belle.
Tahsisat, derler. Nasıl bir şeydir bu tahsisat; bilinmez. Kimse bu güne kadar yüzünü görmemiştir tahsisatın. Tahsisat yüzü görmüyoruz, derler. Bu sözden biliyorum bir yüzü olması gerektiğini. Aslında çok yüzsüzdür bu tahsisat. O kadar yazılır, çizilir: tahsisat istenir. Bana mısın demez. Uzun süre gelmez. Tahsisat yok derler. Sonra, tahsisat geldi derler. Gene kimse görmez tahsisatı. Bir de bakarsınız tahsisat bitmiş, işler bitmeden. Tahsisat olsaydı diye dövünürler. Tahsisat olmadan nasıl icraat olur? İşte bir soyut kavram daha. İcraat. Mesela, içindeki bulanık suda, kırmızı olduklarını tahmin ettiğim balıkların yüzdüğü şu havuz bir icraattır. Hükümet meydanında görülen beyaz boyalı, buzlucamlı fenerler icraattır. Tahsisat, verilir; icraat, yapılır. Ayrı ayrı fiillerdir bunlar. Yazıyı merkeze gönderen memura soruyoruz: tahsisat nedir? Hayretle yüzümüze bakıyor: Ankara’dan gelir, diyor. İstediğimiz cevabı alamadan üzülerek ayrılıyoruz. Hükümet Konağı eski bir bina Olric.
Sayfa 62 - İletişim Sinan Yayınları Dördüncü Bölüm
Reklam
Hele ki uzun soluklu bir tatilden sonra...
Şak diye, birden uyanmak dedikleri şey bir yalan. Mahmur ve pusludur, sonra bulanık suda nişastanın yavaş yavaş dibe çökmesi ve köpüğün yavaşça yukarı çıkması gibi gözlerim sonunda usançla açılır.
Sayfa 7
Türkiye’nin çok partili hayata geçtiği günler
Bu kargaşa bitip ortalık sakinleşince bulanık suda kimin balık avladığını o zaman anlayacaksınız.
Sayfa 132Kitabı okudu
Oldukça geri kafalı, dünyadan habersiz bir yer. Onun için bütün çabamız bulanık suda balık avlamaktan öteye geçmiyor.
Biliyor musun kaç yıl tek başınaydım ben karmaşanın içinde. Bir türlü tutunamıyordum işte. Bir tek senin yanında yürümüştüm ben topaz bir günde ve suya yakın. Geceleri üstümü örterdin. Sonra konuşmazdın hiç. Uzun süre konuşmazdık. Gözlerinde kaybolurdum. Bu suskunluk anlaşılır bir şeydi. Deniz ve karanlık yerlerden geçen bir nehrin sessizliği gibi... Biliyor musun bir şey oluyor burada. Garip bir şey. Bulanık bir suda yokoluş gibi
Reklam
Bulanık suda insanın yüzünü görmesi nasıl olanaksız ise, bir insanın kafası bulanıksa Tanrı'yı arayıp bulmasına da olanak yoktur.
Açtıkça sonunda nihayet zar kadar küçük bir kutu çıkmış ve onu da açınca hiçbir şey yokmuş, bomboşmuş gibi bir his. Buna biraz daha yakın. Şak diye, birden uyanmak dedikleri şey bir yalan. Mahmur ve pusludur, sonra bulanık suda nişastanın yavaş yavaş dibe çökmesi ve köpüğün yavaşça yukarı çıkması gibi gözlerim sonunda usançla açılır. Sabahların utanması yoktur.
Sayfa 7 - İthakiKitabı okudu
Tahsisat, derler. Nasıl bir şeydir bu tahsisat; bilinmez. Kimse bu güne kadar yüzünü görmemiştir tahsisatın. Tahsisat yüzü görmüyoruz, derler. Bu sözden biliyorum bir yüzü olması gerektiğini. Aslında çok yüzsüzdür bu tahsisat. O kadar yazılır, çizilir: tahsisat istenir. Bana mısın demez. Uzun süre gelmez. Tahsisat yok derler. Sonra, tahsisat geldi derler. Gene kimse görmez tahsisatı. Bir de bakarsınız tahsisat bitmiş, işler bitmeden. Tahsisat olsaydı diye dövünürler.Tahsisat olmadan nasıl icraat olur? İşte bir soyut kavram daha. İcraat. Mesela, içindeki bulanık suda, kırmızı olduklarını tahmin ettiğim balıkların yüzdüğü şu havuz bir icraattır. Hükümet meydanında görülen beyaz boyalı, buzlucamlı fenerler icraattır. Tahsisat, verilir; icraat, yapılır. Ayrı ayrı fiillerdir bunlar. Yazıyı merkeze gönderen memura soruyoruz: tahsisat nedir? Hayretle yüzümüze bakıyor: Ankara’dan gelir, diyor. İstediğimiz cevabı alamadan üzülerek ayrılıyoruz.
Sayfa 586Kitabı okudu
biliyor musun kaç yıl tek başınaydım ben karmaşanın içinde. bir türlü tutunamıyordum işte. bir tek senin yanında yürümüştüm ben topaz bir günde ve suya yakın. geceleri üstümü örterdin. sonra konuşmazdın hiç. uzun süre konuşmazdık. gözlerinde kaybolurdum. bu suskunluk anlaşılır bir şeydi. deniz ve karanlık yerlerden geçen bir nehrin sessizliği gibi... biliyor musun bir şey oluyor burada. garip bir şey. bulanık bir suda yokoluş gibi gözlerimde beyaz kelebekler uçuşuyor ve beni kendime getiriyorlar yavaşça beyaz odalarda... unutuşum başka bir sendi. ben ölüyordum Tropiko. unutuşun beyaz romansıyla ölüyordum. söyleyecek başka bir şeyim yok artık. unutmak istemiyordum oysa. güzel kalan yaralar da vardır çünkü limon kokulu, yağmurlu kadınlar vardır. hiç unutmayan kadınlar vardır.. limon kokulu her şeye rağmen yağmur kalan kadınlar vardır ben iyiyim şimdi. sen nasılsın?
Reklam
Susun, Mösyö Homais! Siz kâfirin birisiniz. Ne dininiz var, ne imanınız!.. Eczacı cevap verdi: — Neden olmasın, benim de dinim var, hem benimki, o türlü türlü hokkabazlıklar, maskaralıklar eden heriflerin hepsininkinden ileri... Bilakis, ben Allah'a taparım. Bizi, vatandaş ve aile babası vazifelerini görelim diye bu dünyaya getiren, adı ne olursa olsun, bir Yüce Varlık, bir Yaradan bulunduğuna inanırım. Ama, kiliseye gidip gümüş tabaklar öpmeye, bizden iyi yiyip içen birtakım soytarıları kesemden beslemeye gereksinme duyamam; çünkü insan Allah'a saygısını bir ormanda, bir tarlada, hatta eski zaman adamları gibi, gök kubbeyi seyretmekle de gösterebilir. Benim Allahım Sokrates'in, Franklin'in, Voltaire'in, Béranger'nin Allahıdır. Ben Savoie Papazının Amentüsü ile 89 ihtilalinin ölmez prensiplerine taraftarım. Yoksa, bahçesinde elinde bastonu ile dolaşan, dostlarını balinaların karnına yerleştiren, bir feryat koparıp ölen ve üç gün sonra yeniden dirilen bir Tanrı kabul edemem. Bunlar, aslında manasız, üstelik fizik kanunlarının hepsine aykırı şeylerdir; sırası gelmişken söyleyeyim, papazların öteden beri kendileriyle birlikte halkı da sürükleyip bulanık suda boğulmaya zorladıklarına, ne korkunç bir bilgisizlik içinde çürümekte olduklarına bu da bir delildir.
Sayfa 80 - İş Bankası Kültür YayınlarıKitabı okudu
Ben kelimenin tam anlamıyla öyle, uyuklayarak yaşıyordum. Bedenim suda boğulmuş birinin cesedi gibi hislerini yitirmişti. Her şey silikleşmiş, puslanmıştı. Tüm varoluşum, dünyada yaşıyor olduğum gerçeği bile bana bulanık bir hayal gibi geliyordu. Güçlü bir rüzgar esecek olsa, bedenim havalanıp dünyanın en uç noktasına kadar gidiverir herhalde, diye düşünüyordum. Dünyanın en uç noktasındaki adı duyulmamış, hiç görülmemiş topraklara...
Doğrusunu istersen, oldukça geri kafalı, dünyadan habersiz bir yer. Onun için bütün çabamız bulanık suda balık avlamaktan öteye geçmiyor."
Sayfa 33
214 syf.
·
Puan vermedi
·
4 günde okudu
Bir Osmanlı yabanının (subayının ) isyanı işte.
Ben, Yedek Subay Ahmet Celâl; Celâl Paşa'nın oğlu Ahmet; Porsuk Çayı'nın kenarında böyle bir tohum haline girdim. Bir kulaç, kara toprak içinde filizimi sürmek, dal ve budaklarımı aydınlığa doğru uzatmak, meyvamı vermek için Allah'ın rahmetini bekliyorum. Ve gömülü olduğum toprağın istirabını bedenimde hissediyorum. Her hususta ona
Yaban
YabanYakup Kadri Karaosmanoğlu · İletişim Yayınları · 202144,2bin okunma
"Baştan başa kabarcıklarla kaplı bu bulanık suda,kabarcıkların saldığı kötü duygu ve düşünceleri, kötü sözleri bir yana bırakırsak, hayata benzer çok az şeyler vardı. Birçok dişsiz tıslamalar,birçok sürünmeler,büyük kabarcık haline gelmek için birçok çabalar vardı. Ama bu çabalar hazin bir sonuçla bitiyordu:Kısa bir 'tıss' duyuluyor ve kabarcığın bulunduğu yerde,suyun yüzünden çabucak kaybolan bir kırışıklık kalıyordu."
Sayfa 300Kitabı okudu
438 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.