Bu kitaba ne diye inceleme yapıyorum ki? Bu kitaba inceleme yapmak bana mı düştü? Ben ne anladımki ne anlatayım? Kitabın adı zaten "Cahil Hoca" olduğundan 'bilmediğimi öğretebilirim' felsefesiyle yazmaya başlıyorum.
Okurken, kitap hakkında söylemek istediğim çok fazla şey vardı. Ancak kitap bittikten sonra bir dinginlik geldi. Ve ne
Dünyanın dokunulmazlığı üzerine
“Biliyorum dünya dokunulmazdır,en basit çiçeği bile.
Biliyorum, hiç bir zaman başaramayacağım,
Güzelliğini tarif edebilmeyi, ve vadileri,
bahçelerinin yollarını katedemeden
Öleceğim.
Yapraklar ve gölgeler toprağı hiç bir zaman terk
etmezler,
Nehirlerdeki su ve dağdaki taşlar bana rağmen
de hayatta
Delikanlı, "Çok haklısınız, Mösyö Poirot," dedi. "Giraud denilen o adam terbiyesizin teki. Birinin onu yenmesi çok hoşuma gidecek."
"Öyleyse sizden bir ricada bulunabilir miyim?"
"Tabii."
"Trene binin ve Merlinville'den sonraki istasyonda inin. Abbalac'da. Oradaki bagaj memuruna iki yabancının
Nazan Bekiroğlu...... Kelimelere hayat veren kadın.... Kaleminde kendimi bulduğum ve her yazdığını içselleştirdiğim bir yazar. Çok etkilendiğim bir yazıyı okurken kendime şunu söylüyorum: " Yeryüzünde her insan aynı duyguları yaşıyor ama sanki tek biz yaşıyormuşuz gibi hissediyoruz çoğu zaman. Sadece bizim yaşadığımızı hissettiğimiz o derin
Albert Camus, bu eseri yazdığında 22 yaşında olduğunu okuyunca aklıma şu soru düştü:
22 yaşındaki bir delikanlının ergenlikten yeni çıkıp gençliğin ilk demlerinin yaşandığı çok genç bir yaşta hangi uzun ve çileli yaşam deneyimleri geçirip hangi algı seviyesiyle düşüncelerini geliştirip iç dünyasında
Bugün bu garip neşideden duyduğu şey hiçbir tesirle mukayese edilemezdi. Şu anlaşılamayan, zapt edilemeyen lisanla o ses güya Ahmet Cemil’in babasının matemine, İkbal’in mezarına, Lamia’nın uçmuş hülyasına, şu sobanın içinde hâlâ bir hayat bakiyesiyle çıtırdayan eserinin küllerine ayrı ayrı ağladıktan sonra bu hasta kalbin bütün elemleri, acıları,
Cidde’ye Giderken
Cidde’ye gitmeye karar verdiğinde beni çağırdı. Gittim:
“Ahir ömrümü deniz kenarında sakin bir yerde geçirmeye ne dersin?” dedi.
“İyi de mahkemeler ne olacak ağabey?” dedim.
“Artık yeni bir devir başlıyor. Bundan sonra eskisi gibi mahkemeler olmaz.”
Bürosunda kıymetli bir tablo vardı, onu gösterdi; sonra da Üstaddan aldığı sarı
Bundan başka hayatım yok,
Buraya gelebileceğim,
Bundan başka ölüm yok
Buradan gideceğim;
Ne dünyaya bağlıyım,
Ne yeni bir şey yapabilirim,
Sen aleminin dışında.
Bugün bu garip neşideden duyduğu şey hiçbir tesirle mukayese edilemezdi. Şu anlaşılamayan, zapt edilemeyen lisanla o ses güya Ahmet Cemil’in babasının matemine, İkbal’in mezarına, Lamia’nın uçmuş hülyasına, şu sobanın içinde hâlâ bir hayat bakiyesiyle çıtırdayan eserinin küllerine ayrı ayrı ağladıktan sonra bu hasta kalbin bütün elemleri, acıları,
"Bu yıl öğretmenlik yapamayacağıını size söylemeye geldim," dedi. "Zamanım yok. Her şeyi bütün yılı üniversitede geçirebilecek gibi ayarladım." Varner kalkmadı. "Bu daha birinci yıl. Gelecek yıl ne olacak?" "Bıçkıayı da ayarladım. Gelecek yaz oraya gideceğim yine.
Ya da başka bir şey." "Elbette," dedi Varner. "Ben de düşünüyordum bu konuda.
Çünkü buradaki okulun ekimin birine dek açılması gerekmez.
O zamana değin sen de Oxford' da kalıp oyunu oynarsın. Sonra gelir okulu açarsın, derslere başlarsın. Üniversiteden kitaplarını da getirirsin buraya ve derslerine çalışırsın. Oyunu oynaman gereken günde yine Oxford'a döner oynarsın ve bırakırsın gör sünler kitaplardan kendi başına öğrenip öğrenemediğini, ya da bilmek istedikleri her neyse onu. Sonra yine buraya okula dönersin; bir iki gün geciksen de olur. Yolculuğu sekiz saatte yapa bilecek bir at da veririm sana. Buradan Oxford'a kırk mil bile yok. Sonra, ocak ayında babanın sözünü ettiği sınav zamanı gel diğinde buradaki okulu kapatır, oraya gider, bitirene değin kalırsın. Sonra burada okulu martta kapatır, yılın geri kalanını yine orada geçirirsin, istersen öbür ekimin sonuna dek. Sanırım insan gerçekten istiyorsa yalnızca kırk mil ötedeki sınıfıyla, fazla zahmet çekmeden başa baş gidebilir. Ne dersin?"
Şimdi yanında Yonca da olduğu için daha rahat konuşuyordu. Selim duymamış göründü. Yonca'ya yaklaştı. Çocuğu koltuk altlarından yakalanarak havaya kaldırdı. Havada öylece bir süre tuttu. Yonca'nın gülümsemesine şimdi korku karışmış, yukarıdan Selim'e bakıyordu. Genç adam düşürür gibi indirdi kızı, kucağına alarak iskemleye oturdu.
-Senin adın ne
gzt.com/roportaj/medine...
Hayâti İnanç, kendi ağzından... :))
Medine pazarından satın alınmış bir köledir benim dedem...
Kendine has gülümsemesi, ezberden okuduğu beyitler, gençlerle yaptığı sohbetler… :)) Hayati İnanç, Denizli’nin en küçük ilçesinde başlayan hayat
MAVİ SİNEKÇİL KUŞU
Bir Yılbaşı sabahı dostum Sherlock Holmes’u ziyarete gitmiştim. Yanı başında piposu ile kanepeye uzanmıştı. Üzerinde ropdöşambr vardı. Yanında duran bir yığın buruşmuş gazetenin hepsinin okunduğu belli oluyordu. Gözüme bir şapka çarptı. Kanepenin yanında bir sandalye bulunuyordu. Sandalyenin arkasına bir şapka konmuştu. Bu,
İnsanlar gider arkadaşlar... Senden başka gideceğim yer yok der ama o vakit geldiğinde kendine mutlaka yer bulur. Ayrılık şarkısı dinlemezsiniz o kadar inanırsınız sevildiğinize. Sen gittin ben hala bu posttayım. 3 ay oldu gideli 3 asır gibi geldi. Sahi kalsan halledebilir miydik? Gittiğin yerde aklına geliyor muyum? Şarkımız çaldığında dinleyebiliyor musun? Buraya gelmediğini iyi biliyorum. Ama senden gidemediğim gibi buradan da gidemedim sevgilim. Bi sarılsak her şey geçmez miydi? Tonlarca insanı aramızdan uzak tutup zorluklarla tuttuğumuz o bağı koparmana değdi mi? Çok yoruldum demiştin dinleniyor musun? Eğer bir gün adımı unutacak olursan bana benzesin tüm sevdiklerin...