Yani her sabah yedide kalkıp sekizde derse koşmasaydı, rahat yaşamaya boş vermek zorunda kalmasaydı, bütün hayatınca paraya boş vermek zorunda kalmasaydı ve bazı şeylerin anlaşılmasını sağlamak için de sonunda ölmek zorunda kalmasaydı. 10 Ağustos 1967'de yapılan törenden sonra herkes gibi, herkesle birlikte salondan ayrılsaydı; çoktandır görmediği birçok tanıdığı, ahbabı görmek için böyle bir fırsat çıkmış olduğuna sevinseydi. Sonra da Jale Hanım'ın kullandığı arabasına binerek Ortaköy'deki evine yollansaydı, bunca üzüntü, sıkıntı ve hastalığa mal olan kendi evinde ilk defa istediği gibi biraz dinlenebilseydi. Meselâ Cahit Arf da gelmiş olsaydı, çoğu insana anlatamadığı düşüncelerini, duygularını ona söyleseydi Mustafa Bey, ona dertlerinden yakınsaydı. Cahit Arf da, her zamanki gibi, sen de rahatına çok düşkünsün Mustafa deseydi. Mustafa İnan da kendini savunmaya çalışsaydı: Benim gibi sıkıntı içinde büyümediğin için bilmezsin Cahit, deseydi; artık yoruldum, kendimi çok zayıf hissediyorum, nedir bu başıma gelenler? Ölecek miyim nedir? Ve bunun üzerine Allah göstermesin Mustafa denilmeliydi ona, o ne biçim söz? Allah göstermesin."