İnsanlar ölümü yanlış biliyor
Arasalar seni, gelseler
Öyle çok şey var ki konuşacak.
Bu neyin korkusudur
Herkes kendinin de ücrasına çekiliyor
Ne hazin. Ölüm yaşayana gelir değil mi?
Kitap Osmanlı zamanında iki beyefendinin huy, ahlak, statü, dil bilgisi, yaşam tarzı , zevkleri, döneme karşı elitist(alafranga)’likleri ve çevreleri tarafından nasıl tanındıklarını karşılaştırması ile akarak devam ediyor.
Rakım Efendi kendi halinde , ne çok yoksul ne elinde avucunda artanları olan kendi yağında kavrulan bir öğretmen..
Felatun bey babadan zengin bir şey bilmeyen ama her şeye bilgiçlik taslayan, konuştuğu zaman ukalalıktan geçilmeyen, baba parası yiyen ve babası yüzünden herkesin tahammül gösterdiği zengin beyefendi.
Canan Rakım efendinin acıyıp satın aldığı bir köle.
Ve bir İngiliz aile ile başlayan olaylar zinciri.
Aslında roman çok güzel ama ben Canan’a yapılanları sindiremiyorum.Rakım Efendi benim gözümde gençlik ateşi ile dost olduğu kişinin “gençlik ateşi “ kısmını kaldıramıyorum.İyiye olan inancım azalırken, Felatun bey’e bakınca Rakım Efendi su götürmez ev erkeği olarak gözümüze çarpıyor.Tabii dönemin getirdiği kişisel kabullenmişler de rol oynuyor.
Araya serpiştirilerek okunabilecek , gayet akıcı ve üslubu güzel bir romandı.Keyifli okumalar dilerim
Bu dünyada oluruna bırakarak geçip gittiğimiz, merak etmediğimiz merak etsek bile sorgulamadığımız o kadar çok şey var ki.
Mesela Ölüm.
Gerçek anlamda ölümü sorgularınız mı hiç? Hayatın kaybı, sonsuz karanlığa ve sona ulaşma, ahirete atılan bir adım, ruh ve bedenin birbirinden ayrılması,boşluk. Bunlar çoğu insanın ortak düşünceleri daha doğrusu sorgulamadan kabullenmek daha kolay olduğu ve mantıklı geldiği için kabul ettiklerimiz. Ciddi ciddi hiç düşündünüz mü ölümü? Ne olduğunu, neden olduğunu, anlamını, varlığını, ağırlığını, yaşayan düşünen ya da içgüdülere sahip her canlının korktuğu bu kavramı hayatınızın herhangi bir anında oturup dış etkilerden dinden, felsefeden ya da toplumun kendisinden etkilenmeden düşündünüz mü?
Bence sorgulayın sadece ölümü değil daha da fazlasını bu yaprak neden soldu bu şarkı niye beni rahatlatıyor, müzik nedir bana etkisi nedir, ruh nedir, his nedir?!i... Peki aşkın, neşenin,öfkenin benim için anlamı nedir? Toplumu boş verin sizin düşünceniz ne, siz ne düşünüyor, siz ne hissediyorsunuz sizin için anlamı ne?...Buna odaklanın. Aşkın anlamı bu sevginin bu neşenin bu diyip kalıplaşmış düşünceleri sermeyin önünüze. Sizin için ne demek, siz ne düşünüyorsunuz, bu kavram size ne hissettiriyor önemli olan bu. İster toplum düşüncelerine tamamen aykırı olsun ister bu düşünceler yüzünden yargılanacak dışlanacak olun yeter ki kendiniz olun...
~Bunu zor yoldan öğrenen biri
Japon edebiyatını normalde okumayı çok seviyorum. Çünkü duygusal oluyor ve duygusal kitapları okumak bana iyi hissettiriyor. Ama maalesef bu kitapta bana duygu hiç geçmedi. Sonunda bittiğinde de “Ee ne oldu şimdi?” diye düşündüm.
Konusu:
•O-Tama, babasını üzmek istemediği için evli biri olan Suezo’nun metresi olmayı kabul eder. Suezo çok varlıklı biri olsa da tekin biri değildir. Karısından ayrılmaya da niyeti yoktur. O-Tama babasının mutluluğunu ve rahatını önemsese de zamanla bu ilişki onu mutlu etmemeye başlar. Her gün camdan dışarı bakarken gördüğü üniversite öğrencilerinden birini çok beğenir. Bu üniversite öğrencisi Okada adlı kişidir.
•Sadece bakışmalarla başlayan ilişkileri tanışmalarıyla devam edecektir. Bütün bu olanları da Okada’nın arkadaşının gözünden okumaktayız.
•Kadınların toplum içindeki konumunu da görmekteyiz. O-Tama suçlanırken Suezo’ya kimse bir şey demiyordu mesela. Ya da Suezo’nun eşi bu olanlara katlanmak zorundaydı. Çileyi her zaman kadınlar çekiyordu.
•Kitapta beni duygulandıran tek kısım O-Tama ve babasının ilişkisiydi. O-Tama evden gittiğinde babasının onu hep beklemesi ama birlikte geçirdikleri keyifli günlerin geride kalması, artık kızının evin daimi üyesinin olmaması, beni unuttu mu diye düşünmesi duygusaldı. Gerçekten böyle mi oluyordu acaba? Evlenince insan babasını unutuyor muydu?
Yaban KazıOgai Mori · İthaki Yayınları · 20212,801 okunma
Tarihin gördüğü, en tutkulu aşklardan birisi de Naciye Sultan ve Enver Paşa’nın aşkıydı.
Bu eser, kabaca Enver paşanın yurt dışına çıkmak zorunda kaldığı (Çünkü 1.Dünya Savaşı sonunda İngilizler, İttihat ve Terakki Cemiyeti yöneticilerine karşı bir tutuklama emri çıkartmıştır. Bu yüzden o ve diğer arkadaşları mücadelelerine yurt dışında devam
Sana bir şey söyliyim mi, başkasının derdi olmasa insan kendi kahrından ölür. Mesela kanser olduğunu öğrendiğin gün, ‘Ay daraldım biraz çıkıp hava alayım içim açılsın,’ diyebilir misin? Ama illet başkasının başına gelince kolay. Başkasının derdi her derde devadır: bakar bakar, ‘Benden kötüleri de var,’ deyip haline şükreder, kendi derdini unutursun. ‘vah vah, tüh tüh,’ deyip kâfi merhamati gösterdiğin an görevin biter. ‘Ah,’ dersin ‘vallahi çok üzüldüm, ben çıkayım biraz kafamı dağıtayım...’ El derdi insanın kendi derdini unutmak için edindiği zevktir. Çoğu kadın, çocuğu bile kendi dertlerini unutmak için doğuruyor. Ne ki göbek bağı doğurmakla kopmuyor. Derdine dert eklediğinle kalıyorsun.
Aşağıda verilmekte olan egzersiz aracılığıyla duyusal algıyı deneyimleyip anlayabileceksiniz. Bu satırları okurken bulun- duğunuz yerde olabilecek en rahat pozisyona geçin.
Bedeninizin şu an sizi taşımakta olan yüzeyle temasını hissedin.
Teninizi hissedin ve giysilerinizin teninizle nasıl temas ettiklerini fark edin.
Teninizin altını hissedin - ne tür hisler var orada?
Şimdi yavaşça bu hisleri hatırlayarak düşünün: kendinizi rahat hissettiğinizi nasıl anlıyorsunuz? Hangi fiziksel hisler bu genel rahatlık duygusuna katkıda bulunmakta? Bu hislerin daha çok farkına varmak sizi daha fazla mı rahatlatıyor yoksa daha az rahat mı hissediyorsunuz? Zaman geçtikçe değişen bir şey oldu mu?
Bir süre böyle oturun ve rahat hissetmeye dair duyusal algının keyfini çıkarın.
Iyi!
Bilmiyorum kıssalardan hisse gibi işte anlaman gereken şey şuydu diyen biri olacak mı hayatımda? Veya bak işte tüm bunların gerçekleşmesi bunun gerçekleşmemesi içindi diyen biri olacak mı? Ya da gerçekten ben bu anlamsızlığa anlam katabilecek miyim? İnanın çok yoruldum...
Seni asla incitmem, tamam mı? diyor. Asla. Bir şey söylemeden başıyla onaylıyor Marianne. Beni çok mutlu ediyorsun, diyor Connell. Eliyle saçlarını okşuyor ve ekliyor: Seni seviyorum. Öylesine söylemiyorum, gerçekten. Gözleri doluyor Marianne'nin, yumuyor gözlerini. Daha sonra hatırladığında dahi dayanamadığı kadar etkileyecek bu an onu, şu an yaşıyorken bile farkında bunun. Kimsenin sevgisine değer olduğunu düşünmemişti Marianne. Ama şimdi yeni bir hayatı var, ilk anı da bu; Marianne üzerinden yıllar geçtikten sonra bile aynı şeyi düşünecek: Evet, o andı işte, hayatımın başladığı an o andı.
"Annemin evi demiştin... Eskiden orada mı yaşıyordunuz?
Başını salladı Ozan. "Böyle göründüğü gibi bomboş değildi o zaman. Bir sürü eşyası vardı annemin. Her biri birbirinden değerli tabloları vardı. Sanata çok düşkündü. Gezmeyi çok sever, gezdiği yerlerden de boş dönmezdi. Dolu dolu yaşayan bir evdi o. Bir de nasıl güzel bir kadındı... Senin kadar uzun değildi boyu ama zayıftı. İncecikti hep. Senin gibi."
Yine farkında olmadan saçlarını okşadı Bahar Bir de dinledi. Biri ona masal anlatıyormuş gibi dinledi. Sonunu hiç düşünmeden.
"Siyahtı saçları ama bak koyu kahverengi falan değil, simsiyah. dedemin soyu Mısır'a uzanıyormuş. Anlayacağın biraz doğu biraz batıyım ben. Annem de Arap kadınlarının kendine has güzelliğinden vardı. Babam hep şey der; ben annenle evleneceğimi onu gördüğüm zaman zaten biliyordum. Son durak demiştim kendime. Anneni ikna etmek de zor olmadı. Sadece insanlar onun gibi güzel bir kadının neden benimle olduğunu hiçbir zaman anlamadı."
" Nasıl olsa büyümeyecek miydi dediler. Büyüyünce evlenmeyecek mi? Hem kurulu düzen. Ablası yeni gelindi zaten. Çeyizinin çoğuna el değmedi daha. Küçük kıza çeyiz yapmak da gerekmez. Ablasının çeyizi onun olur. Ablasının evi onun evi, kocası onu kocası olur. Tam dedikleri gibi oldu. Çocuk kadın, çocuk gelin... Oyuncak bebeğini bırakıp kendi bebeğini aldı kucağına. Kimse "Olmaz. Olmasın. Hiç olur mu öyle şey! " dememiş. Çok kolayına gelmiş herkesin. Sokaktan çağırıp gelin etmişler küçük Havva'yı. "
düşünme artık beni
endişelenmede benim için
bununda üstesinden gelirim ben
güçlüyüm ya hani ben
dimdik duruyorum her zaman
hiçbir şey olmuyor bana zaten
kötülere bir şey olmazdı değil mi
haklısın çok kötü birisiyim bende
iyi yanlarım çok yok
bende hayatım gibi berbatım
haklısın sende
kim benimle olmak ister ki zaten
acıdan, gözyaşlarımdan başka
bir şeyim de yok
hallederim işte yine
üstesinden gelirim m
hallederim bir şekilde ..
Benim sevmediğim herhangi biri, ya da herhangi bir şey, Benim tarafımdan sevilme hakkına sahip midir? Benim sevgim mi önde gelir, yoksa onun hakkı mı önde gelir? Ana-baba, akrabalar, anavatan, halk, doğup büyüdüğüm kent, ve daha pek çok şey ve nihayet bütün hemcinslerim ("kardeşler, kardeşlik"), benim tarafımdan sevilme hakkına sahip olduklarını iddia ederler ve onlar bu hakkı teklifsizce kullanırlar. Bu sevgiye kendi mülkleriymiş gibi bakarlar ve Ben bu mülkiyete saygı göstermezsem, mallarını gaspeden bir haydutmuşum gibi davranırlar.
Ülkenin karanlık yıllarını mizahi bir dille anlatmış yazar.
Hayatın gerçeklerini distopya ile anlatan bir kitap.
Dönemin haksızlıkları, düzendeki yozlaşma vs. bir çok şey komik bir dille kaleme alınmış.
Hayat zaten bir şakadan ibaret değil mi?
Dayak BirincisiMuzaffer İzgü · Bilgi Yayınevi · 2017364 okunma