Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Yarım kilo buz gibi dana etini tencereye koyup kaynatmak, suyuna pilav pişirmek, etini sövüş olarak yemek varken, sen tut et suyu esansıyla oyalan! Paranın gözü kör olsun! Çoluğun çocuğun nafakasıyla oynayanlar unmasın!
Sayfa 99 - YKY Yayınları 2
MaşaAllah yok yok , kim bu yaa ;d
° , üfürüğe ,büyüye , düşlere , akla gelebilecek her çeşit fala inanırdı ; yarı deli ermişlere , ev perilerine , kötü rastlantılara , kem göze , kocakarı ilaçlarına , hafta başı perhizlerine , yakında dünyanın sonunun geleceğine inanırdı . Paskalya gecesi alayında taşınan mumlar sönmezse o yıl kara buğday ürünün iyi olacağını , insan gözü değerse mantarın büyümeyeceğine inanırdı ; fareden , karayılandan , kurbağadan , serçeden , sülükten , gök gürültüsünden, soğuk sudan , esintiden , atlardan , keçilerden , kızıl saçlı insanlardan ve kar kedilerden korkardı . Cırcır böceklerini , köpekleri murdar sayardı ; dana eti , güvercin , ıstakoz, peynir , kuşkonmaz , yerelması , tavşan , karpuz yemezdi . °
Sayfa 115 - Oscar YayınlarıKitabı okudu
Reklam
Sonsuz enginliği bir anda tarayan göze ne bir kuş ne de bir yelkenli sunan bu deniz, ..özellikle ölümü çağrıştıran boşluğu yüzünden katlanıl­maz geldi. Çünkü parlak bir gökyüzünün altında tümüyle grim­si ve soluk bir beyazlıkta kalmasına karşın, yüzeyi çok düzgün bir biçimde kabarıktı. İnsanın gözü, elinde olmadan kıvrımları izliyor, bakışlar karşı konulmaz bir biçimde, yalnızca korkunç ve boş akı görünen, iyice kabarmış yüzeyi insan ruhuna en daya­nılmaz sorunları yönelten, gözbebeği geriye kaymış göz imgesi­ni düşündürüyordu. Sıvı öğe içinde koyun karmaşık kıvrımlarını pek az arayla izler gibi görünen ince beyaz çizgiler, zaman zaman sessizce kıyıya doğru ilerliyordu. O zaman insanın kulağı şaşkınlıkla su setinin yıkılmasına benzer korkunç bir çökmenin sesini algılıyor ve dana dili gibi serin, pürtüklü ve geniş sıvıdan oluşan bir dil kıyının kumlarını gıcırdatıyordu. .
Sayfa 27 - YKYKitabı okudu
Bir göz ki onun olmaya ibret nazarında Ol düşmanıdır sahibinin baş üzerinde Bir kulak ki öğüt almaya her dinlediğinden Akıt ona kurşunu heman sen deliğinden. Bir el ki onun olmaya hayr u hasenâti Verilmez ona cennet ehlinin derecâtı
Sayfa 228Kitabı okudu
Tanrılar, çeşit çeşit, boy boy... Yel üstüne, su üstüne, av üstüne; savaş, barış, bolluk, kıtlık üstüne; ölüm, doğum üstüne; güzellik üstüne; ayrı ayrı tanrılardı!... Karıları da kendileri gibi ölümsüz. Sevişerek evleniyorlar. Öyleleri var ki, evlendikten sonra gözü başkalarında... Hovardalıkları yaygın! Erkek tanrıların çoğu karılarından yılıyor. Karıları dişli. Zeus'un bir Hera'sı var; düşman başına! Hiçbir iş ondan gizli kalmıyor. Zavallı Zeus, bir tazeye gönlünü kaptırdı mı, olmadık yollara başvuruyor. Dana kılığına giriyor. At oluyor, it oluyor. Yılan bile oluyor. Bu Zeus, eteğine çok düşkün!...
Sayfa 159 - Literatür YayınlarıKitabı okudu
İşkembe (gras double) , dil ve daha da şaşırtıcısı dana gözü Ortaçağ'ın tercih edilen yüksek gastronomik ürünleriydi.
Reklam
80'li yıllar...
Günlük dilde “hırt” ya da zeolojik bir yaklaşımla “ayıoğluayı” diye nüfus kütükleri ile birlikte anılan sonradan zengin olmuş taşra politikacılarına, hür demokratik düzenimizde genellikle “kereste” denilmektedir. Keresteler, sarı mercedes kullanıp, parmaklarına şövalye yüzük takarlar; altın dişe çok düşkündürler; göğüslerine dana gözü gibi madalyon asıp yaz-kış gömlek düğmelerini açık tutarlar. “Umuma açık yerlerde burun karıştırmayı” ve viskiyi cacığa karıştırıp, pastırma eşliğinde mideye indirdikten sonra ayrıca “bastırsın" diye üstüne şöbiyet ya da baklava gibi “milli tatlı” yemeyi pek severler. Keresteler, demokrasimizin tabanda gelişmesine çok yardımcı olmuşlardır. Bu yüzden kerestesi olmayan bir demokrasi düşünülemez.
Sayfa 39 - UĞUR MUMCU ARAŞTIRMACI GAZETECİLİK VAKFIKitabı okudu
Bedri’nin Amerikan pazarlarından alıp getirdiği bir et suyu komprimesi attı içine. Alman malıydı, Knorr marka. Herhalde Almanya’dan gelen işçiler satıyorlar. Kim bilir, belki de bütün o sigaralar, elektrikli tıraş makineleri, giyim ve süs eşyaları gibi kaçak maldır bu da. Yine Bedri getirmişti ilkin bunlardan birkaç tane eve. İnanmamıştı Filiz bir işe yarayacaklarına. Bu hapın içine et olarak, et suyu olarak ne sığar! Ama bir kez deneyince şaşırıp kalmıştı. Bir şehriye çorbası pişirmişti, hiç unutmuyordu, bayağı et suyuyla pişmiş gibi lezzetli olmuştu. Lezzeti veren et suyu değil, koku. Tıpkı naylon torbalarda satılan, ağızda şeftali, çilek, limon tadı bırakan kokulu şekerler gibi. İçine çilek, şeftali, limon koymuyorlar ya, bir koku damlatıyorlar, hepsi o kadar. Bunun da içine et suyu esansı damlatıyorlardır. Tuhaf bir icat doğrusu! Doyurmasa da, beslemese de avutuyor. Müslümanlık, Türklük, azgelişmişlik, Batı uygarlığı bir yarışa kalkıyor, bu üstünde inek kafası resmi olan hap kadar paketin alüminyum kâğıdını yırtarken. Batı uygarlığı önde götürüyor yarışı. Ama aldatmaca imiş, varsın olsun! Bir orostopolluk olsa da işin içinde pilavın tadını değiştiriyor ya! Yine de Filiz’in içinde bir yer var ki inanmıyor, kuşkuda, pusuda. Yarım kilo buz gibi dana etini tencereye koyup kaynatmak, suyuna pilav pişirmek, etini sövüş olarak yemek varken, sen tut et suyu esansıyla oyalan! Paranın gözü kör olsun! Çoluğun çocuğun nafakasıyla oynayanlar unmasın!
Mum'la Buhurdan'ın tartışması
28 Mum buhar dana dedi ki Ben de aşk ateşine senin gibi yanarım 29 Gözü yaşlı, yüreği başlı olmuşum Her gece ateş içinde şaşakalmışım 30 Nûr ve Duhân ayeti bendeyken Gönüller niçin hep sana meyveler 31 Ben de ateşe yanarım, öyleyse niçin Sendeki bu rahiya bende yoktur 32 Canandan sana nasıl bir koku erişti ki Gönüller candan meyleder sana
İş Bankası Kültür YayınlarıKitabı okudu
Padişah, Allah'ın yeryüzündeki gölgesi, Peygamber Efendimizin halifesi, boğazlanmaya götürülen bir dana gibi debeleniyor, iki kolundan kavramış mengene gibi levent pençelerinden kurtulmaya gayret edip can havliyle, "Beni öldürüyorlar! Ekmeğimi yemiş bir sadık kulum yok mu bu zalimleri durdursun!" diye feryat ediyordu.
Reklam
İmam-ı Rabbanî'den önce kral ve idareciler saraylarında dana, teke ve koçları birbirleriyle dövüştürürcesine ulemâyı dövüştürmek istiyorlardı. Saraylarda onları topluyor halkın gözü önünde âdeta horozlar gibi dövüştürüyorlardı. Bu bağlamda Ehl-i sünnet ulemâsıyla Şia ulemâsı arasında ortaya konulan tabloları hatırlatabiliriz. Ekber Şah, Şia
Sayfa 124
Size yakın, bize yakın. Çok yakın bir ülke vardı. Belki bizim ülkemizdi. Başında çengel bıyıklı, dana gözlü, lahana yüzlü ama biraz kısa boylu, biraz köylü, biraz kentsoylu, it ısırmış, bit ısırmış, hem kıyıcı, hem yiyici, eli vermez, gözü doymaz bir "Bey" vardı. Belki "Kraldı, belki "Padişah"tı, belki "Başkan"dı; biz "Bey" diyelim.
Sayfa 3 - TekerlemeKitabı okudu
Tann’mn Varlığı Lebine İleri Sürülen Kanıtlar Daha önce işaret ettiğimiz gibi vahye yalnızca inanmanın, iman etmenin yeterli olduğunu düşünenler olduğu gibi, vahyin konusu olan şeylerin aynı zamanda akılsal bir incelemenin konusunu teş­ kil edebilecek özellikte olduğunu düşünen filozoflar da olmuştur. Bunlar özellikle Tann’nın varlığının akılsal
38 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.