Eşini sevmeyip sevmediğini söyleyemeyecek kadar güçsüz, uzun bir hayale kapılıp gerçekle yüzleşince sallanan fakat yıkılmayan güçlü bir kadının hikayesi bu roman. Evet okurken 385 sayfa ne tatava yapmış diyorsunuz bunu inkar etmiyorum, sonra sevmiyorsun işte anladık söyle de bitsin de diyebiliyorsunuz bunu da inkar etmiyorum:)
Lakin kitabın son sayfasını okuyup başınızı kaldırdığınızda sanki yaşamışcasına bir yorgunluk biraz hüzün besleyecek hüznünüzden nemalananların nasıl bir kör gözlerle baktığını göreceksiniz. Madam bovary birçoklarına göre ahlaksız, evli ve saf kocasını aldatan zeki aynı zamanda zina dolu bir kadın. Evet madam bovary bunların hepsi lakin unutmayın hepimizin içinde bir bovary yatıyor. Hem saf ve salak olan koca Charles bovary hem de zeki ahlaksız ve lüks düşkünü yalan dolu Emma Bovary..
Unutmayalım ki bizi seçimlerimiz belirler. Charles kadar saf ve salak olamayacağımız gibi madam Emma gibi de tutku dolu hayalperest biri olamayız. Hepimiz zaman zaman bir hayalin bir tutkunun peşinde kör kütük koşmuş çokça kez duvarın arkasını görememişizdir. O an gelip de arkamıza baktığımız da ne kötü bir geçmiş ne kötü bir tutkuymuş diyebiliriz. Bakın kötü olduğunu görerek ders çıkartmışız. İşte bu kitabın da tam olarak anlattığı şey bu su kadar saf toprak kadar diri ve iradeli ateş kadar güç dolu hava kadar sessiz ve sakin hepsinin birleşimi kadar zeki olmalıyız.
Bir de şey var "Sırtından vurana kızma ona güvenip arkanı dönen sensin. Arkandan konuşana da darılma onu insan yerine koyan yine sensin." güzel demiş değil mi Bukowski amca..