"Anacığım..." dedi. Sesi titriyordu. "Anacığım, söyleyecek şeylerim çok, bir araya toplayamıyorum. Beni belki düşünmezsin, kızını düşün. İstersen ellerini öpüp yalvarayım. Bize kötülük etme... Bizi birbirimizin yüzüne bakamayacak hale getirme. Ben her şeye dayanırım ama, böyle bir şey yapanların ettiklerini yanlarına komam. Ana, bak sana açıkça söylüyorum, şu iş şöyledir, bu da böyledir demiyorum, ama dikkat et, bir kepazelik olursa hepinizi yakarım. Demin de söyledim, Muazzez'e kabahat bulmam, ben onu bilirim. Eğer o da size uyarsa gene sizden bilirim. Parmak kadar çocuğu benim yokluğumda kötü yollara saptıranların kökünü kazırım. Sen, benim dediğimi yapacağımı bilirsin. Söylemedi deme... Kendi kendine ne halt edersen et, kızma elini uzatma. Onun gönlünü benden ayırmaya uğraşırsan..."
Söyleyecek kelime bulamayarak dişlerini gıcırdattı. Şahinde soğuktan titreyerek Yusuf'un yüzüne bakıyor, o da bir şey söylemiyordu.
Yusuf:
"Bak, görüyor musun?" dedi. "Gün doğmadan kalkan karım öğlelere kadar gözünü açamıyor. Bana başka şeyler anlatma... Belki de senin dediğin doğrudur, ama söylediklerime dikkat et! Kıza yazık ederseniz ben dayanamam. Anası olacaksın, onu da, beni de dünyaya rüsva etme... Ne istersen yapayım, bu eve her gün sırtımla taş taşıyayım, fakat gönlüm rahat olsun. Gittiğim yerde burasını düşünmeyeyim..."
Boğulur gibi oldu. Tekrar Edremit'ten ayrılıp köylere gideceğini ve oralarda gecelerin bundan sonra ne kadar korkunç geçeceğini tasavvur ediyormuş gibi içi ezildi.