Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Bolca para verdiler, ayrıca yeni bir kat elbise ve çamaşır aldılar. Fakat Alyoşa paranın yarısını geri vererek ille üçüncü mevkide yolculuk edeceğini söyledi. Şehrimize gelince, babasının, - Öğrenimini bitirmeden ne diye geldin? sorusunu yanıtsız bıraktı. Her zamanki gibi düşünceli bir hali vardı. Az sonra annesinin mezarını aradığı anlaşıldı. Ama herhalde gelişinin nedeni sadece bu değildi. Ruhunun derinliğinden kabarıp dayanılmaz bir güçle onu yeni, bilinmeyen bir yola çekenin ne olduğunu o zaman belki kendisi de bilemiyor, açıklayamıyordu. Fyodor Pavloviç ikinci karısının gömülü olduğu yeri gösteremezdi, çünkü cenaze gününden sonra bir daha mezarlığa adım atmamıştı; aradan uzunca bir zaman geçtiği için yeri büsbütün unutmuştu.
"Görüntüye aldananlar"
Fakat benim bunları farklı isimlerle anmam, senin zayıf düşünceli ve kuruntulara karşı dirençsiz biri olmandan ileri gelmektedir. Seni görüntüye aldanan biri olarak gördüm. Sana hacamat kabında kırmızı (saf) bal ikram edilse, hacamattan iğrendiğinden baldan tatmaya elin varmaz. Aklın, balın -hangi kapta olursa olsun- saf ve temiz olduğunu ayrıştıramayacak kadar zayıf kalır. Yamalı elbise veya yünlü kaftan giyen bir Türk gördüğünde, onu sufi ya da fakih sanırsın. Bir başkası aba giyip külah taksa onu da Türk sanırsın. Kuruntuların seni şeylerin özüne göre değil, görüntüsüne göre karar vermeye zorluyor. Bundan dolayı bir sözü, özü itibarıyla değil, üslubundaki güzellik ya da sahibine dair hüsnüzannınla ölçüyorsun. Sözün ifade ediliş tarzı hoş değilse veya sahibi sana göre hali bozuk biriyse, o söz özünde doğru ve güzel de olsa, reddediyorsun. Sana "Allah'tan başka ilah yoktur, İsa Allah'ın resulüdür de," deseler, için elvermez, bu Hıristiyanların sözüdür, ben onu nasıl derim dersin. Ama özünde bu sözün doğru olduğunu, Hıristiyanlarınsa bunu dedikleri için değil, "Allah üçün üçüncüsüdür ve Muhammed Allah'ın resulü değildir," dedikleri için Allah'ın hışmına uğradıklarını anlayabilecek kadar aklın yok. Sen ve senin Ta'lim görüşündeki arkadaşlarının akıllarının zayıf olduğunu ve ancak görüntüye itibar ettiğinizi görünce, sizin suyunuza gitmek için ilacı suymuş gibi içirterek şifa bulmanızı istedim. Yani doktor, hastasına nasıl hassas davranırsa, sana öyle davrandım. Eğer sana onu ilaç kabında sunsaydım, elin varmaz, varsa bile yutkuna yutkuna zorla içerdin.
Reklam
Ardavirafname
l] Bir kez daha Çînvâd köprüsüne geldim. [2] Orada kötülerin ruhlarını gördüm. Ölümlerinden sonraki ilk üç gecede48 onların ruhlarına öylesine talihsizlikler, acı olaylar ve kötü şeyler gösteril­ mişti ki, dünyada asla o kadar kötülük görmemiş ve o derece sıkın­ tı çekmemişlerdi. [3] Kutsal Surûş ve tanrı Âzer’e sordum: “Bu ruh hangi insanın
Shakespeare, Moliere
_İnsan nasıl canını kurtarmak için kaçarsa bir ayıdan, ben de öyle kaçıyorum karım olduğunu iddia eden o karıdan. Ben artık kendimin değilim. Ben bir eşeğim. Bir kadının kocasıyım. Üstümde hak iddia eden kadına aitim. Siz nasıl atınız üstünde hak iddia ediyorsanız o da benim üstümde öyle. Bir hayvana sahip çıkar gibi istiyor beni. Hani beni bir
Anka Kuşu
“Küçük beyaz taştan heykelcik, üzerinde mavi bir elbise. Siyah gözlerinde gece gibi derin bakışları var. Düşünceli duruşu sessizliğe gömülmüş. Ben aşk diyorum o susuyor, ben susuyorum aşk ölüyor ve küllerinden yeniden doğuyor.
Sayfa 88 - ÜlgenKitabı okudu
Elend düşünceli bir biçimde "Bir baloya gitmeyeli uzun bir zaman oldu," dedi. Eski günler hatırına okumak için güzel bir kitap bulmam gerekecek." Aniden Vin'in benzi attı. Elend durup ona baktı; bir şeylerin ters gittiği belliydi. Söylediğinden değil, bunun başka bir nedeni vardı. Ne oluyor? Suikastçılar mı? Sis ruhları mı? Kolosslar mı? Vin gözlerini ona çevirip kararlılıkla "Neredeyse unutuyordum," dedi. "Baloya gidemem, elbise getirmedim!"
Sayfa 221 - Akılçelen KitaplarKitabı okudu
Reklam
Bir zamanlar üç şeyin haricinde her şeye inanan genç bir prens varmış. Bu prens prenseslere, adalara ve Tanrıya inanmazmış. Böyle şeylerin var olmadığını ona babası, kral söylemiş. Babasının ülkesinde hiçbir prenses ya da ada bulunmadığından ve Tanrının varlığına dair hiçbir işaret olmadığından genç prens de babasına inanırmış. Sonra, günlerden
Sayfa 566Kitabı okudu
Kesinlikle...
Günün birinde bir oğlum olursa, onu Collin gibi düşünceli yetiştireceğime dair kendime söz verdim. Ona elbise ütüle-meyi, kurabiyeleri süslemek için krema yapmayı ve pantolon söküklerini onarmayı öğretecektim.
“üşütürsün bak, cepli elbise, ponponlu palto, battaniye değil pike örtünücem ben, pilavını niye yarım bıraktın, öğleden sonra sen de bütün çocuklar gibi uyusan azıcık ne var, canım sıkılıyor işte, sarı elbiseni giymezsen gitmem” kavgalarımızı o mahzun bakışlarda bıraktığımızı bilir gibi, biraz düşünceli, biraz hüzünlü koyulduk yola.
“İnsanlar içinde ancak çok basit düşünceli olanlar, herhangi bir medeniyetin manevî tesiri altında kalmadan, dış görünüşü ve şekliyle taklit edilebileceğine inanabilirler. Medeniyet, içi boş bir şekil değildir. O canlı bir bünye faaliyetidir. Şeklini kabullenmeye başladığımız anda, onun temel cereyanları ve faal tesirleri içimize işlemeye başlar. Sonra yavaş yavaş ve haberimiz olmadan fikrî hayatımıza belli bir elbise giydirilir.”
Reklam
Roman sanatının 19. yüzyılın ortasında büyük geliş­me göstererek Avrupa'da hakim edebi biçim halini al­ması ile 19. yüzyılın ortasında Avrupa'nın zenginliği­nin hiç beklenmedik bir şekilde katlanarak artması ve şehirlerin ve evlerin o zamana kadar hiç yaşanmamış bir eşya çokluğu ve çeşitliliği ile kuşatılması arasında bir ilişki görmemek imkansız. Sanayi devriminin üret­tiği aşırı zenginlik, Batı'da, özellikle şehir hayatında, çeşit çeşit yeni eşya, alet, tüketim malı, sanat ürünü, el­bise, kumaş, resim, biblo ve ıvır zıvır ile kuşattı insa­noğlunun hayatını. Bütün bu eşyaların tanıtıldığı gaze­teler, onları kullanan sınıfların yeni hayatları ve zevkle­ri, reklamlar, şehri kuşatan çeşit çeşit işaret, levha, Ba­tı medeniyetinde hayatın önemli ve renkli bir parçası oldu. Bütün bu görsel zenginlik, eşya çokluğu, şehirle­rin karmaşası, eski güzel zamanlarda açıkça ve doğru­dan görülebilen hayatın basit anlamını gerilere itiyor­du. İnsanlar artık şehrin ormanında, tek tek ağaçlardan bütün ormanı göremez hale geldikçe, anlamın geriler­de bir yere gizlendiğini hissediyordu. Bu yeni hayatta, modern şehir insanı, aradığı yeni anlamın bir kısmını, hayatını zenginleştiren bu yeni eşyalada buldu. Bir in­sanın toplumdaki ve romandaki yeri, evi, eşyaları, oda­ları, misafir salonu, evindeki bibloları, ıvır zıvırı ile de belirleniyordu.
Bunu sığ düşünceli cahillere anlatmak, atomu parçalamaktan daha zor
Çocuklarınıza: Giysilerin ahlak değil, zevk meselesi olduğunu öğretin. “Orospu gibi görünüyorsun” demek yerine, “o elbise sana diğeri kadar yakışmıyor” deyin. Ama asla “ahlaksız” olduğunu söylemeyin, giysilerin ahlakla hiçbir ilgisi yok.
21 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.