"Şark ve Garp, mütevasıl kaplardaki su gibi birbirlerinin eksik taraflarını tamamlamak suretiyle, hem bugünkü müthiş kültür buhranını halledecek, hem de yeni terkiplere doğru gideceklerdir."
Görünen her şey, bu bahçeler, bu mineli köşkler, ön taraftaki bu direkler, bu kâhin çehreli ihtiyarlar ve öte tarafta kara servilerin arkasında bir eşi daha bulunmayan bu şehir, bunların bütünü son derecede Şark'a mensup bir özelliğe haizdir. Sanki eski bir Acem minyatürü çok fazla büyütülerek hakikat şeklini almış! Portakal çiçeklerinden ve güllerden güzel bir koku intişar ediyor. Saatte bilmediğim bir hareketsizlik ve durma var. Vakit artık firar ediyor gibi görünmüyor. Ah! Oraya gelmek ve bunları böyle bir sabahta görmek! Seyahatte çekilen bütün zahmetler, yolda dağa tırmanışlar, uykusuz geçen vakitler, toz duman ve haşeratın hepsi unutuluyor. Bu zahmetlerin mükafatı görülüyor. Hakikaten bu Şiraz şehrinde bir şey var, bir sır, bir sihir ki bizce anlaşılması ve Garp lehçesindeki sözcüklerle ifadesi gayrikabildir. Bu dakika da Acem şairlerinin heyecanlarındaki ifratı ve hayallerindeki mübalağayı anlıyorum. Onlar, gözleri büyüleyen letafeti ancak bu sayede böyle renkli ve müphem surette ifade edebiliyorlar.
(…) İsviçre’de tedavide bulunduğum sıralarda Erenlerin Bağından adı altındaki nesirleri yazmıştım. Nitekim, bu nesirlerde “Aziz dost” diye hitap ettiğim de Yahya Kemal’di. Aramızda önceden kararlaştırdığımız üzere, yarı Şark tasavvufuna, yarı Garp mistisizmine kaçan ve bazan sıtmalı bir ruhun krizlerini ifade eden Erenlerin Bağından’a karşılık o da Sevenlerin Bahçesinden başlıklı yazılar yazacaktı. Bu başlıktan anlaşılıyordu ki, Yahya Kemal’in niyeti benim mistisizmimle kendi Epikürizmi arasında bir diyalog açmak suretiyle bizi yeni bir hümanizmaya ulaştıracak yolu bulmaktı. Fakat, bu, onda hep bir niyet olarak kaldı.
Biz, daima karadan karaya esen rüzgârın çocuklarıydık. Bu yüzden üvey baba tokadı gibi sertçe çarpardı yüzümüze her esinti.
Eseni yatıştıracak bir denizimiz yoktu bizim çünkü. Onun öfkesini alacak, onu yumuşatacak bir parça suya hasret kederlenirdik…
Ve bu keder içinde kan hiç durmazdı.
Ve damardan firar etmiş, dökülmüş, akmış kan orada, kaldığı