Bugün Dersim ili Ovacık ilçesinde Kızılbaşların ziyaret yerlerinden biri Ana Fatma Ziyaretidir. 2018 Ağustos tarihinde bölgeye yaptığım ziyarete binaen gözlemime göre yerel halk, gulbanglarına Ana Fatma ile başlayıp pek çok erenin adını anıyor ve sonra gulbangı yine Ana Fatma ile bitiriyorlar. Dolayısıyla Fatma kültü gerek yerel Alevilik gerekse
(Her şeye rağmen dünya dönüyor)*
İnsanların gönüllerindeki sırları pamuk gibi lif lif edip açığa vurduğu için "Hallac" ve davasının zafere ulaşmış olduğuna işaretle de "Mansur" (Hallâc-ı Mansur) adıyla, bilinir...
-ayrıca;
●Hindistan’da "Al-Mucit" (icad eden, yaratan),
●Çin ve Türkistan’da
Şehadet= Şahitlik etme
Kelime-i Şehadet: "Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resulühü" demektir. "Sahitlik ederim ki Allah'tan baska ilâh yoktur ve yine sahitlik ederim ki Muhammed O'nun kulu ve rasûlüdür''
Şahit olmamın şartı nedir?
Sorumluluk ve bilinç sahibi olmak.
Alıntı
*Hazreti Zeyneb Bint Ali*
Kimse demesin nefsi için dünyada benim çok derdim var çok üzüntüm var.
Dedesi Resulullah efendimizin vefatını s.a.v ,Annesi hazreti Fatimatül Zehra annemizin r.h vefatını ,babası imam hazreti Ali k.v efendimizin şehit edildiğini ,Kerbela’da hazreti hasan hazreti hüseyin efendilerimizi evlatlarını bütün ehli
Bir gün Ebu Bekir Sıddık (r.a.) Resulüllah (s.a.v.)´ın evine geldi. İçeri gireceği sırada, Hz. Ali Bin Ebi Talib (r.a.) da geldi.
Hz. Ebu Bekir (r.a.), geri çekilip:
-Ya Ali sen buyur gir, dedi.
O da cevap verip, aralarında aşağıdaki UZUN konuşma oldu:
-Ya Ebu Bekir! Sen önce gir ki, her iyilikte önde olan, her hayırlı işte ileri olan,
Ne zaman Halil Cibran okusam, unutulmaya yüz tutmuş duygularımla yeniden doğarım varlığıma. Her şeyi affederim ve her şeyden bağışlanma dilerim. Barışı galip ederim muhabbetime. Adeta, Halil Cibran’ı yazmaya iten o ruh beni de okumaya iter ve her ikimizin gönlüne de dokunarak muhabbetime sahip olur. Sonrası tamamıyla ona aittir. Benlik biter,
ey bütün zamanların çıldırtan gözyaşları
ey bütün zalimleri boğacak kadar uçsuz bucaksız deniz
ey bütün sevdaların sonsuz efkarı
bak hala tih çölündeyiz
yüzyıllardır beklerken o büyük anı
beklerken denizde kader ağını
işte seninleyiz yap artık yapacağını
ey aşkın ayet ayet ışık ışık her yandaki çehresi gülümse
kimsesiz kaldık ey
Allah Rasûlü'nün isim hassasiyetine dâir Hz. Ali şunları nakletmektedir: Hasan doğunca adını "Harb" koydum. Allah Rasûlü gelip, "Oğlumu bana gösterin. Adını ne verdiniz?” diye sordu. "Harb" dedik. Efendimiz isme itiraz edip, "Hayır. Bilakis o Hasan'dır." buyurdu. Hüseyin doğunca ona "Harb" adını verdim. Allah Rasûlü gelip, "Oğlumu bana gösterin. Adını ne verdiniz?" diye sordu. "Harb" dedik. Allah Rasûlü "Bilakis o Hüseyindir, buyurdu. Üçüncü çocuğum dünyaya gelince onu da "Harb" diye isimlendirdim. Allah Rasûlü gelip, "Oğlumu bana gösterin. Adını ne verdiniz?" diye sordu. "Harb" olarak isimlendirdik deyince "Bilakis o Muhsin'dir." buyurdu.
“Bir gece sayfaları aralandı Kitabın. Karşımda duran, surelerin en kısasıydı:
“Şüphesiz Sana Kevseri verdik. öyleyse Rabbin için namaz kıl ve kurban kes. Asıl izi silinecek olan. Sana kin besleyendir.” Sayfayla birlikte gözlerim de kapandı. Önüm sıra, her biri tek başına topluluk olmuş insanlar belirdi… Vakurdu hâlleri. Sanki geçmişten geleceğe,
Hüseyin’in kesip koparılan bir kolu Irak çöllerine çakallar yesin diye atılmıştır. O yüzdendir ki o gün bugün hala Irak topraklarında birlik ve dirlik yok. Hüseyin’in başsız vücudu Fırat nehrinin suları altındadır. Bir gözü çıkarılmış kafası Suriye- Şam da bilinmedik bir yere gömülmüştür. Bu nedenledir ki o günden sonra bu coğrafya da yüzü gülen
Mecmau’l-Beyan tefsirinde Selman-i Farsî, Said b. Cübeyr ve Süfyan-i Surî’den şöyle nakledilmiştir: İki deniz Ali ve Fatıma’dır. O ikisi arasındaki engel Muhammed, inci ve mercan ise Hasan ve Hüseyin’dir.”
İstanbul’un güzellikleri anlatmakla bitmez. O her mevsimde ayrı bir güzeldir. İstanbul’daki ikametimiz, bize çok şeyler öğreten zorunlu bir ikametti. Babam İstanbul’a geldiği gün Sultan II. Abdülhamid kendisiyle görüşmüş ve onu İstanbul’da çalışması ve devlete hizmet etmesi maksadıyla çağırdığını söylemişti. Ayrıca babamı Şura-yı Devlet azası
"Hüseyin’in kesip koparılan bir kolu Irak çöllerine çakallar yesin diye atılmıştır. O yüzdendir ki o gün bugün hala Irak topraklarında birlik ve dirlik yok.
Hüseyin’in başsız vücudu Fırat nehrinin suları altındadır. Bir gözü çıkarılmış kafası Suriye- Şam da bilinmedik bir yere gömülmüştür. Bu nedenledir ki o günden sonra bu coğrafya da yüzü
Ürdün bu coğrafyanın en ilginç ve bir o kadar tehlikeli ülkesidir. Bugünün Ürdün kralı II. Abdullah’ın büyük dedesi Hüseyin’dir. Yani çok ilginç bir hikâyesiyle ayda 5.000 sterlin karşılığında Osmanlı’ya ayaklanan ya da ayaklandırılan namı diğer Şerif Hüseyin.
İstanbul’un güzellikleri anlatmakla bitmez. O her mevsimde ayrı bir güzeldir. İstanbul’daki ikametimiz, bize çok şeyler öğreten zorunlu bir ikametti. Babam İstanbul’a geldiği gün Sultan II. Abdülhamid kendisiyle görüşmüş ve onu İstanbul’da çalışması ve devlete hizmet etmesi maksadıyla çağırdığını söylemişti. Ayrıca babamı Şura-yı Devlet azası