“İlginç olan, Lübnan’da Türkçenin halen üçüncü bir dil olarak yaşamasının Ermeni cemaati sayesinde olmasıdır..
Benzeşen diller olmalarına rağmen İbranca ve Arapçada renk isimleri farklıdır; tek ortak kelime ‘beyaz’ anlamındaki "leban"dır. ‘Leban’, yani ‘Lübnan’; Her iki camianın beyaz diye nitelediği ülkedir. Ortadoğu'da karlı dağlara sahip tek yer Lübnan'dır..
Yazı da burada gelişmiştir; ‘Biblos’ yazıya kaynak olan bir şehirdir. Adı üzerinde ‘kitap’ kelimesi de oradan geliyor..
Bugünkü Lübnan, tarihteki kıyı halkı olan Fenikelilerin yurdudur. Bugünkü Yunan ve Latin alfabesinin kökeni kolay okunup yazılan Fenike alfabesidir. Onların sayesinde Beyrut, Arap matbaasının kitap ve gazeteciliğinin merkeziydi…”
Yoğun işi olmadığı durumlarda ise yatsı namazını kıldıktan sonra yatak odasına çekilirdi. Sultanın istirahate geçmesi ile Saray'da gürültü kesilir ortalığı sükûnet kaplardı. Sultan'ın ilginç alışkanlıklarından birisi de yatağına uzandıktan sonra uykuya dalmadan kitap okutturması idi. Ayak ucuna bir paravan konur ve Esvapçıbaşı İsmet Bey kendisine kitap okurdu.
Kitap okumak bir labirentte dolaşmak gibidir. Hatta okurlar okudukları çok ilginç bir kitaptan söz ederken kendilerini kitabın içinde kaybettiklerini söylerler.
Kitap okurken: Post-it'lerim vardır, kitabın ilginç bulduğum yerlerine yapıştırırım. Okumayı bitirdikten sonra kitabı post-it'ler üzerinden tekrar gözden geçiririm. Bu yöntem kitabın özünü çıkarmama ve okuduklarımı hatırlamama büyük ölçüde yardımcı olur. Tabii ben bazı kitapları sayfa sayfa hatırlıyorum. Özellikle görsel hafızanız iyiyse bu post-it yöntemi insana kitabı nasıl hatırlayacağı konusunda yol gösterir. Zira her kitabın nasıl hatırlanacağı önemlidir. Örneğin bir kitabı bütün halinde hatırlarsın, bir kitabın içindeki bazı yerleri hatırlarsın, başka bir kitabın da sadece verdiği mesajı hatırlarsın. Bunlar kendini belli eder, herkes için tecrübe kazandıkça bunu fark etmesi kolaylaşır ve o zaman okumanı da ona göre yaparsın tabii.
Mürekkep yalamış biriyim, pek çok ilginç kitap okudum, ama hâlâ kendi eğilimlerimi anlayabilmiş değilim. Yaşamayı sürdüreyim mi, yoksa kendimi vurayım mı, bir türlü karar veremiyorum.
Adamın birinin, değişiklik olsun diye bundan böyle halka nazik davranmanın ne kadar iyi olacağını dile getirdiği için bir ağaca çivilenmesinden yaklaşık iki bin yıl sonra, bir perşembe günü, Rickmanswort'de küçük bir kafede tek başına oturan bir kız, bunca zamandır ters giden şeyin ne olduğunu birden fark edip en sonunda dünyanın nasıl iyileştirilebileceğini ve mutluluğun hüküm sürdüğü bir yere dönüştürülebileceğini anlamıştı. Bu sefer doğru olanı bulmuştu, işe yarayacak ve hiç kimsenin bir yerlere çivilenmesi gerekmeyecekti.
Ama ne yazıktır ki, bir telefon bulup birilerine bundan söz edemeden korkunç aptal bir felaket meydana geldi ve fikir sonsuza dek yitip gitti.
Bu, o kızın öyküsü değil.
Çoğu erkek karısına aşk yerine para verir ve birçoğu da sevgi için bu ikameyi bile vermekten yakınır.
Kadınlar bilinçdışı olarak parayı aşkın bir ikamesi olarak görürler. Parayı saçıp savururlar, çılgınca harcarlar ve bu yolla aşkı onlardan esirgeyen kocalarıyla ödeşirler.
“Ama hepsinden beteri, bütün anılardan, eşyalardan ve kitaplardan daha çekilmez olanı insanlardır”
(..)
Çeşit çeşittiler: Olmadık vakitlerde, en istenmedik zamanlarda kapılardan bacalardan girerler, iğrenç dedikodular, beş para etmez söylentiler taşırlardı. İyilik etmek isterken yalnızca insanın huzurunu kaçırırlardı. Sevgileri, rahatlatıcı olmaktan çok boğucuydu. Bir düşünceleri olduğunu kanıtlamak için konuşurlardı. İlginç bir kişi olduklarına sizi inandırabilmek için hikayeler anlatırlardı. Sizi sevdiklerini göstermek için huzurunuzu kaçırırlardı. Bunlar da önemli değildi belki, ama kendisi olmak için can atan, yalnızca kendi düşünceleriyle baş başa kalmak isteyen Şehzade, bu budalaların, bu gereksiz, tutkusuz, sıradan dedikoducuların her ziyaretinden sonra, uzun bir süre kendisi olamadığını hissederdi.