Enver Paşa hareketinden önce Teşkilat-ı Mahsusa'nın son başkanı Hüsamettin Ertürk'ü çağırır, teşkilatı görünüşte dağıtmalarını, esasta yine mücadeleye devam etmek üzere saklı tutmalarını emreder. O sıralarda İstanbul'da bulunan Mısır Hıdivi Abbas Hilmi Paşa, Şeyh Sünusî gibi misafirlere gereken ilginin gösterilmesini tenbihler:
"Hüsamettin, dedi, bunlar İmparatorluğun medar-ı iftiharı kimselerdir. Onların bütün arzularını yerine getiriniz. Yarın akşam biz buradan hareket ediyoruz. Kimse hareketimizi duymasın, sen bile; bunu ne işitmiş, ne de bilmiş ol.
"Elini öptüm. Yüzüne baktığım zaman, gözleri yaşlıydı. Enver Paşa'yı ta Makedonya'dan, Rumeli'den beri tanırdım. Balkan Savaşı'nda O'na daha yakın bulunmuştum. ... Onun yüzünden Alman denizaltılarında aylarca kalarak, açık denizlerdeki baskınlarında, denizaltı savaşlarında müşahit olarak harekâtı izlemiştim. Velhasıl, hep o başkomutan için, doğudan batıya, kuzeyden güneye emredilen her yöne koşmuş, kendimizi harcamıştık. Fakat, ondan ayrıldığım zamanki yüzü, bütün o tanıdığım devirlerdeki Enver'lerin aynıydı. Uzun kirpikleri, iri ela gözleri, pembe yüzü, zeki bakışları, orta boyu, son derece yakışıklı ve sevimli bütün görünüşüyle Enver, bir sanatkârın elinden çıkmış kahraman heykeliydi. Bu adamdaki engin cesarete, içinde çırpınan büyük ideale şaşmamak mümkün değildi. Son dakikada da, bütün arzusu, İmparatorluğa, geleceklerini ve onurlarını feda etmiş olan bu konukların hayatlarına zerre kadar bir tehlike gelmemesiydi.