Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Raziye

Raziye
@inogluraziye
Öğretmen
7 okur puanı
Ekim 2022 tarihinde katıldı
Şu anda okuduğu kitap
Hatıralar gerektiği saygıyı görmezse hayaletlere döner ve ömrümüzün sonuna kadar ruhumuza musallat olurlar
Reklam
“İnsan, akşam yemek masasında anlatamayacağı hiçbir şeyi yapmamalıdır.”
Düşes çok zeki bir kadın; hatta bir kadın için fazla zeki. Ama korunmaya muhtaç olmanın o tarifsiz çekiciliğinden yoksun. Altından bir heykeli daha da değerli hale getiren şey hamurundaki çamurdur. Fakat düşesimizin hamurunda çamurun zerresi yok. Pervane misali yanmış ama küle dönmemiş; ateş küle döndüremediğini sertleştirir. Neler görmüş geçirmiş.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Miladi 1100 tarihlerinde Büyük Selçuklu Devleti yıkılmışır. Abbasi Devleti de artık yoktur. Fatımi, Anadolu Selçuklu gibi devletler de kendi coğrafyalarında hakimdirler. Mukaddes toprakları himaye eden ve tüm İslam âlemini kucaklayan bir hâmî devlet dünya üzerinde yaşamamaktadır. Ortadoğu da ise birtakım küçük dev. letçikler vardır. Bunlardan en
1. Dünya Savaşı yılları... Almanya ve Avusturya Macaristan İmparatorluğu müttefikimiz. Mehmed Akif bir Necid Çölleri'nde bir Balkanlar'da vatarı için koşuşturmakla, içimize ekilmeye çalışılan ayrılık tohumlarını etkisiz hale getirmekle meşgul. Avusturya'da Viyana şehrinde iken çanların aniden çalmaya başlamasıyla şaşırır ve, "Avusturya-Macaristan İmparatorluğu savaşta müttefikimiz. Bu vakit dışı çalan çanlar ile bir şeyi kutluyor gibiler. Onların zaferi bizim de zaferimiz anlamına geleceğine göre neyi kutladıklarını öğrenmeliyim," diyor ve önüne gelen ilk Avusturyalıya çanların çalış sebebini soruyor. Avusturyalının verdiği cevap Mehmed Akıfin adeta kanım donduruyor. "İngiliz Generali Allenby dün Kudüs'e girdi. Onu kutluyoruz." Halbuki o sırada biz, Almanlar ve Avusturyalılar beraberce Ingilizlere karşı savaşıyoruz oysa onlar Kudüs'ün bizim elimizden Hıristiyanların eline geçişini kutluyorlar. İşte düşmanın aynı düşman olduğunun acı bir hatırası.
Reklam
Hz. Aişe, fetih günü Efendimiz'in (sas) bir merkubun üzerinde Mekke'ye girişini şöyle anlatıyor, "Mekke'ye girerken üzerine bindiği merkubun semerine, neredeyse alnı değecek şekilde giriyordu," Efendiler Efendisi), mütevazı kişiliğiyle bir zamanlar binbir eza cefa gördüğü ve ardından terk etmek zorunda kaldığı bu şehre şimdi muzaffer bir kumandan olarak giriyordu ama nasıl bir tevazuyla giriyordu. Bu tevazu örneği az da olsa ileride yeniden yaşanmıştı elbette fakat bunu yaşayan ve yaşatanlar hep Peygamber Efendimiz'in (sas) yolundan gidenler olmuştu. Mısır Seferi'nden dönerken İstanbul'a gündüz girmeyen ve halk bu muvaffakiyeti bizden bilir ve alkışlar diye Üsküdar'da bekleyerek şehre gece giren Yavuz, Mohaç Meydan Muharebesi'nde dünyanın en büyük ordularını 2 saat içinde yok eden ve dönüşte, "Bu zaferle kalbime gurur girdi. Bu gece yatağımı dehlize serin," diyen Kanuni canlanıyor zihnimizde. Kudüs'ü alıncaya kadar 30 sene çadırda yatan Selahaddinler, İspanya'nın fethi sonrasında, "Unutma dün bir köleydin, bugün muzaffer bir kumandansın yarın toprağın altına girip hesap vereceksin," diye kendisini hesaba çeken Tarık bin Ziyadlar ve daha niceleri. Onların hepsi bu güzeller güzelinden almışlardı boyalarının rengini ve dünyaya hayat olmaya çalışmışlardı ömürleri boyunca
Mekke ve Medine'de mukaddes mabetler tavus kuşu tüyünden yapılan süpürgelerle süpürülürmüş. Sonra bu süpürgeden birkaç telek İstanbul'a gönderilir ve padişahlar da bu tüyleri sorguçlarına takarak, "Bizler senin evinin hâdimleriyiz ya Rabbi!" der ve öyle dolaşırlarmış
Yeşil Kubbe'yi son kez restore ettiren kişi de Sultan II. Mahmud'dur. İstanbul'dan projeyi yönetecek yetkililer gelir ama kubbe inşaatında kararsızdırlar. Onları tereddüde sevk eden şey, Efendimiz'in (sas) mübarek huzurlarında, nasıl bir edep takınmaları gerektiği hususudur. Sonunda bir karar alınır ve kubbe inşaatında bulunurken hiç dünya kelâmı konuşmazlar. Yani biri diğerinden tuğla isterken, "Bismillah" diyecektir, öbürü berikinden çekiç isterken "Lâilaheillallah" diyecektir. İşte bu harikulade güzel kubbe, ecda- dımızın bu hassas anlayışıyla inşa edilmiştir
İnsanı anlatmak değil, susmak yorar. İnsanı yaşamak değil, gizlemek yorar. İnsanı yol değil, kalmak yorar.
Ne arıyorsun? Şimdi bir mağara bul kendine. Şimdi kendine üç yüz yıllık bir uyku bul. Besili bir buzağı bul ve kurban et. Ortasından yürüyerek geçebileceğin bir deniz. Göğe tırmanacak bir çarmıh. Karnına gizlenebileceğin bir balık. Sığınacak bir gemi.
Reklam
İnsan, bir parça kandan ve çokça özlemden yaratıldı.
Kötülüğü çoğunluğa yükleyince ayıbın daha az olacağını ve onun hakkında rahatlıkla konuşabileceğini sanıyordu.
Anlamaktan ötürü mutsuzluğumuzu arttıracak şeylere çocukça bir kayıtsızlık hali ne kadar gülünç dursa da üzerimizde, bundan vazgeçebilmek çok da kolay değil.
"Ben" dedi. "Hayatımda tek bir adamı kıskandım." "Kimi?" "Ali'yi!" "Neden?" "Peygambere en yakın adam o olduğu için." "Ben de senin yazdığın son şiiri kıskandım" diyecektim ki sustum. Ali de kıskanılacak adam doğrusu.
Hz. Âişe, Efendimiz’e (sas) sordu: “Yâ Resûlullah! İnsanlar içerisinde kadın üzerinde en fazla hak sahibi kimdir?” Efendimiz (sas): “Kadın üzerinde en fazla hak sahibi kocasıdır.” buyurdu. Hz. Aişe: “İnsanlar içerisinde erkek üzerinde en fazla hak sahibi kimdir?” diye sorunca Efendimiz: “Annesidir.” cevabını verdi.
Her şeyin fâni , vefasız oluşu, olayların izleri olan hatıraların da zamanla silinmesi, unutmak denilen o müthiş hem de kurtarıcı musibet, daha yaşarken hayat yolunda adım adım öldüğümüzü göstermiyor mu?
Reklam
Gam kokusu Iblis’i mest etmekte, sevinçten uçurmaktadır. Keder, insanoğlunu, Iblis’in yağlı pençesine ve keskin dişlerine lokma yapmaktadır.
Sonu kötü biten bütün hikâyelerin ceremesini çekmek ona düşmüştü.
Insan kaderin karşısındaki çaresizliğini gizlemek uğruna tesadüf diye bir kelime uydurdu. Asıl gizlemek istediği iradesi- nin zayıflığından doğan acıydı. Beklenmedik her karşılaşma insanı bir diğer büyük karşılaşmaya hazırlamak içindir belki de. Rastlantı gibi görünen bu çarpışmalar, kaderin büyük zincirinin halkalarıdır ve mühim olan insanı bekleyen o son yüzleşmeye hazır olmaktır.
Sayfa 157Kitabı okudu
İnsanı bilinmez yerlere gitmeye ikna eden şey nedir? Gittiğin yerde seni daha iyi bir hayatın beklediğine dair çocuksu bir hikâyelerin inanç mı?
Şeyh Sâdi-i Şirazi diyor ki: "İçki içti, sarhoş oldu, o içki onu ele verdi, yalpalayarak yürüyor besbelli günah işlemiş. Peki, haram yiyen de sarhoş olsaydı, gıybet eden de sarhoş olsaydı, iftira atan da sarhoş olsaydı, sû-i zan yapan da sarhoş olsaydı, zulmeden de sarhoş olsaydı, sen sokağa, çarşıya, pazara çıktığında kimseyi ayık göremezdin."
Her şeyin fâni , vefasız oluşu, olayların izleri olan hatıraların da zamanla silinmesi, unutmak denilen o müthiş hem de kurtarıcı musibet, daha yaşarken hayat yolunda adım adım öldüğümüzü göstermiyor mu?
Reklam
Bizler hizmet etmek zorunda olduğu müşterisiymişiz gibi davranmak Allah’ın vazifesi değil.
Ben yaşadığım hayattan memnunum. Tıpkı basık, bakımsız ama rahat bir ayakkabı gibidir benim hayatım. Bu ayakkabı su kaçırabilir, başkalarına gülünç görünebilir, ama ayağı sıkmaz, insan bu ayakkabıyı yolun ortasında çıkarmak ihtiyacını duymaz.
Sayfa 229Kitabı okudu
Müslüman ve cihad
“Müslüman, fiilen cihad alanına çıkmadan nefsi için şeytanla, heva ve hevesleriyle, kişisel arzu ve ihtirasları ile, ailesinin, kabile ve milletinin çıkarları ile cihad etmelidir. Kısacası Müslüman, Allah rızası ve İslâmî değerler dışındaki her çeşit endişe ile mücahede ettikten sonra Allah'ın hakkını gasbeden tâğutların otoritesini kırıp yeryüzünde onun hâkimiyetini sağlamak için önündeki her çeşit engele en büyük cihad ile karşı çıkan kimsedir.”