“bizim çağımızda romancıların başları beladadır. çünkü insanları en çok yalana, zulme, bütün kötülüklere karşı roman uyarır. bugün tüketim toplumu diye bir doyumsuzlar toplumu yaratılıyor. tüketimciler topluma bütün değerlerini aşındıran bir yapay kültür benimsetmeye çalışıyorlar, insanları birer obur canavar haline getirmek istiyorlar. roman bu
Bazı romanlar oluyor, okurken de bitirdikten sonra da uzun süre etkisinden kurtulamıyorsunuz. Günlük hayatınıza devam ederken aklınıza bir anda o romandan birileri ya da bir sahne gelebiliyor. Bu tür romanlar ya genelde gerçek olaylardan alınmış ya da otobiyografik çizgiler taşıyan şeyler oluyor. İşte o romanlardan birisini yeni bitirdim ben;
1980’li yıllardan sonra düşünce hayatımızın genel özellikleri köklü olarak değiştirilmiştir. Bu ülkede yaşayan insanlar bir bütün olarak düşünceden, sistematik fikirden, ideolojilerden, estetikten, etikten, bilimden uzaklaştırılmıştır. Bu yıllarda insanların temel referans kaynakları önemli oranda yerle bir olmuş, bunun yanı sıra okuma edimi köklü
Kelimeleri içinde tutabilmeyi başardığında anlamları korursun. Her aklına geleni söylemek marifet değildir, kendinle savaşamadığının göstergesidir. İnsanın en büyük savaşı kendisiyle olandır, bunu anladığında birçok şey daha kolay gelir.
Öncelikle şunu belirteyim ben Türkçe İngilizce birçok inceleme buldum, okudum belki bu yüzden yazmakta zorlanıyorum, ama sembol olarak neden satranç kullanıldığının cevabını arıyordum ben daha çok. Çünkü kitaba ismini veren de o.
Satranç'ın Zweig'ın en iyi eseri olduğunu yazmış birçok kişi, 70 sayfalık bir öykü bu. Benim ilk okuduğum Zweig
Osmanlıların, bir muamma ve mucize gibi görülen ilk fetihlerini, küçük toprak aristokrasisi olan bu tımarlı ordu yaptı.Mete'nin, büyük bir askeri felsefenin kurucusu olduğunu zaman ispat etti. Türk ordusu, Mete'nin prensiplerine sadık kaldığı müddetçe yenilmedi, yenilse de hemen toparlanmasını bildi. Mete'nin prensiplerinden uzaklaşınca bozgunlar kendini gösterdi. Askerlik, fedakarlık mesleğidir. Asker, şahsi kaprislerden de feragat edecektir. Kumanda aldığı zaman bunu kayıtsız şartsız uygulamayan insan, asker olamaz. Bu itaatte eşsiz bir güzellik vardır. Hoşuna gitmeyen şey karşısında herkes direnir. Bunu, en seviyesiz insan, hatta hayvan da yapar. Fakat hoşuna gitmesini düşünmeden,zevkini, arzusunu, fikrini büyük bir prensip uğruna feda edebilen insan, en üstün insandır. Disiplin ve itaat, medeni insanın vasfıdır. Tarihimizde, disiplinin bozulduğu zamanların cezasını bozgunlarla ödedik. Son devrimizde ise, disiplinsizlikten başka yeni bir mikropla zehirlendiğimiz oldu: Siyaset! Bunun nasıl bir mikrop olduğunu ve neye mal olabileceğini Balkan Savaşı göstermiştir. Bütün dünyanın, Balkanları birkaç ayda perişan edecek sandığı Türk ordusu, subay kadrosuna giren siyaset mikrobu yüzünden korkunç bir bozguna uğradı.
Victor Frankl 2. Dünya savaşı esnasında toplama kamplarındaki insanlık ayıbının tüm açıklığıyla ortaya serdiği ve kamplardaki hayat şartlarının bu kadar olumsuz olmasına rağmen ayakta kalabilmeyi öyle güzel dile getirmiş ki ! Bu toplama kampında yazarın gözlemlediği önemli bir olay da, 1944’ ün son haftasıyla 1945 ilk günleri arasındaki ölüm oranının, önceki ölüm oranlarından çok büyük bir artış gösterdiğini şu şekilde yorumlamaktadır: ‘Bunun nedeni tutukluların çoğunun, yılbaşına kadar tekrar evlerinde olacağı yolunda safça bir umutla yaşamış olmalarıydı. Yeni yıl yaklaştıkça gelen haberler cesaret verici olmadığı için, tutuklular cesaretlerini yitirmiş ve hayal kırıklığına yenik düşmüşlerdi. Bu da direnme güçleri üzerinde tehlikeli bir etki yaratmış ve birçoğu ölmüştü.’ Aslında mevcut durumu en güzel Nietzsche’ nin ‘Yaşamak için bir neden’i olan kişi, hemen her nasıl’ a dayanabilir’ sözü bu anlatılanları en güzel ve yalın şekilde özetlemektedir..
1975 Lübnan iç savaşı sonrası dağılan arkadaşlıklar ve 2001 yılında içlerinden birinin ölümü sonrası farklı ülkelerden eve dönüş yoluna çıkanların hikâyesi.
Kitap, başkarakter Adam’ın Fransa’dan ülkesine dönüşünden büyük buluşmaya kadar ki 16 günlük süreyi, geçmiş-dün-bugün arasında hesaplaşmaları, ertelenmişlikleri, pişmanlıkları, keşkeleri
Üzerinde ”EN GÜZELE” yazılı, altından bir elmayı, şölenin yapıldığı salonun ortasına bırakıverdi. Doğal olarak bütün tanrıçalar, bu elmaya sahip olmak istediklerinden uzun tartışmalar oldu. Sonunda üç büyük tanrıça dışında diğerleri çekildiler. Ama kudret tanrıçası Hera, zekâ tanrıçası Palas Athena ve Aşk tanrıçası Afrodit elmaya sahip olmakta
Bu kitap aslında kitapta da sık sık geçtiği gibi benliğini bulma çabasıdır.Diğer bir ifade ile ikinci benliğiniz ile uzlaşarak iç huzuru bulma yolculuğu.Kitapta ki kişilerin kendi içlerindeki tezatlığa sık sık rastlayacaksınız.Bir başkasına ahlak bekçiliği yapan insanın,kendi ahlak duvarlarındaki deliklere nasıl sırtını döndüğüne hayret